27 Aralık 2011 Salı

Yeryüzünde Yaşam




‎1- Size bir vücut verilecektir. Onu beğenebilir ya da ondan nefret edebilirsiniz, ancak kesin olan bir şey varsa o da ömrünüzün geri kalanı boyunca ona sahip olacağınızdır.

2- Dersler öğreneceksiniz. “Yeryüzünde Yaşam” isimli tam zamanlı bir okula kaydoluyorsunuz. Her kişi veya her olay birer “Evrensel Öğretmen”dir.

3- Hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır. Büyümek bir deneyim sürecidir. “Başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır.

4- Bir ders öğrenilene kadar tekrar edilir. Bu ders, ta ki siz öğrenene kadar size çeşitli biçimlerde anlatılır. Ancak ondan sonra bir sonraki derse geçebilirsiniz.

5- Eğer kolay dersleri öğrenemezseniz, bu dersler giderek zorlaşırlar. Dışsal sorunlar içsel durumunuzun kesin bir yansımasıdır. İçsel engelleri ortadan kaldırdığınız zaman dış dünyanız değişir. Acı, evrenin sizin dikkatinizi çekme şeklidir.

6- Davranışlarınız değiştiği zaman bir dersi öğrenmiş olduğunuzu anlarsınız. Bilgelik egzersizdir. Bir şeyin bir parçası, hiçbir şeyin bir çoğundan daha iyidir.

7- “Bura”dan daha iyi bir “orası” yoktur. “Orası” dediğiniz yer “burası” olduğu zaman gene “bura”ya kıyasla daha iyiymiş gibi görünen bir “orası” olacaktır.

8- Diğer insanlar yalnızca sizin aynanızdır. Diğer bir kişinin bir yönü sizin kendinizde sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz bir yönünüzü yansıtmadıkça, onu sevmeniz ya da ondan nefret etmeniz mümkün değildir.

9- Yaşamınız size bağlıdır. Yaşam size tuvali sunar, resmi siz yaparsınız. Yaşamınıza sahip çıkın, yoksa başkası sahip çıkacaktır.

10- Daima ne isterseniz onu alırsınız. Bilinçaltınız kendinize çektiğiniz enerjileri, deneyimleri ve insanları doğrulukla belirler. Dolayısıyla ne istediğinizi bilmenin en güvenilir yolu neye sahip olduğunuzu görebilmektir. Kurbanlar yoktur, yalnızca öğrenciler vardır.

11- Doğru ya da yanlış yoktur ama sonuçlar vardır. Ahlaki yaklaşımların faydası olmaz. Yargılamalar ise yalnızca davranış kalıplarını korumak içindir. Yalnızca yapabildiğinizin en iyisini yapın.

12- Cevaplar kendi içinizdedir. Çocukların başkalarının rehberliğine ihtiyacı vardır; bizler ise olgunlaştıkça “Ruhun Yasaları”nın yazılı olduğu kalbimize güveniriz. Bildikleriniz duyduklarınızdan, okuduklarınızdan ya da size söylenenlerden çok daha fazladır. Yapmanız gereken yegane şey bakmak, dinlemek ve güvenmektir.

13- Tüm bunları unutacaksınız.

14- Ne zaman arzu ederseniz hatırlayabilirsiniz.
 

20 Aralık 2011 Salı

Çocuklarınızın yaşlarına göre hobiler


Bebeğinizin doğumundan itibaren gelişimini, oyun ve oyuncaklara yaklaşım ve tepkilerini izleyerek, hobi alanlarını tahmin etmeniz mümkün. Bebeklerin aylarına göre oynadıkları oyunlar, seçeceği hobi alanlarının ipuçlarını veriyor. Bebeğiniz hareketi çok seviyorsa, spor gibi dinamik hobilere yönlendirebilirsiniz. Hareketten daha çok araştırmacı bir ruha sahipse, onu bilime yönlendirebilirsiniz. Bu yönlendirmeleri yapabilmek için, çocuğunuzu bebeklik döneminden itibaren çok iyi gözlemlemeli, kendi tercihleriniz yerine onun becerileri ve ilgi alanlarına göre bir hobi edinmesini sağlamalısınız .

Çocuğunuza hobi kazandırmak için uygun zaman dilimi ilk çocukluk dönemi; yani 0-6 yaş dönemidir. Onları iyi gözlemleyerek, yeteneklerini tanıyarak sevecekleri hobi alanlarına yönlendirmeli, teşvik etmelisiniz. Kendi yeteneklerini keşfetmesi ve sevip sevmeyeceğini anlayabilmesi için deneyim şansı vermeniz ve desteklemeniz gerekiyor. Öğrenme isteklerinin kalıcı olması ve mutlu bir çocuk olması için, edindikleri hobi konusunda yeterince teşvik ve takdir etmeli. Devami

19 Aralık 2011 Pazartesi

Evden çalışmak isteyen kadınları ve onlari arayanlari buluşturan platform



Son yıllarda kadınlar, geçmiş dönemlerde iyi eğitimlerden geçmiş ve iş hayatında yerlerini almış olsalar da anne olduktan sonra, sadece küçük bir çocuğu değil; toplumumuzun bir parçası olacak olan küçük bir BİREY'i yetiştirmenin verdiği sorumluluk duygusuyla, hayatta en çok önemsedikleri kariyerlerini askıya alıp bebek veya çocuklarına kendileri bakmayı tercih ediyorlar. Kimileri de büyük şehirde yaşamanın getirdiği zorluklarla, ailelerinden uzakta, çocuklarını emanet edebilecekleri, güvenecekleri birileri olmadığından, tek başlarına çocuklarını yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu ve bunlar gibi sebeplerle iş hayatlarına ara veren anneler, hayatta kendilerini iş alanlarında da değerli hissetmek, çocuklu yaşamın getirdiği çocuğa endeksli hayatlarından bir nebze uzaklaşmak ve aile bütçesine katkıda bulunabilmek için arayışa giriyorlar ama çocukla birlikte tam zamanlı işlerde çalışamayabiliyorlar. Kimi iş hayatından uzak kadınlar da becerileri doğrultusunda evden çalışmak isteyebiliyor. Tam bu noktada çoğu kadın ah keşke evde bir işim olsa, para kazansam...hayalleri kurarken ama nasıl? sorusu hayallerinin önünü kapatabiliyor.



 Girişimci bir anne, profilini çizmeye çalıştığım bu çalışkan anneler için  Evden çalışmak isteyen kadınları ve onları arayanları buluşturan bir platform sunuyor. Aşağıdaki linke tıklayın, mutlaka okuyun ve not edin!

15 Aralık 2011 Perşembe

Kremalı ve haşhaşlı krakerler

Minik oğlumun doğum günü için yaptığım krakerlerin tarifi İş Bankası Yayınları'ndan Dünyanın En Güzel Kurabiyeleri kitabından. Kitaptaki tariften farklı olarak kremayı ve haşhaşı biraz fazla kullandım. Kremanın yoğunluğu müthiş bir aroma verdi. Tarifteki yağ miktarının azlığı ve kremanın varlığı bu krakerleri çok özel kılıyor. Tarifin çörekotlu ve susamlı versiyonuna UzumYabanmersiniPekmez blogumdan ulaşabilirsiniz.



Malzemeler:

  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 1/4 tatlı kaşığı tuz
  • 1 tatlı kaşığı bal (Aslında tarifte aynı ölçüde pudra şekeri var, bu kadar az bir miktarın zararı olmaz derseniz öyle uygulayın)
  • 1 yemek kaşığı tereyağ
  • 2 yemek kaşığı haşhaş
  • 1 kutuya yakın sade krema

Yapılışı:

Fırını önceden 150 derecede ısıtın. Unu tuzu, balı (tabii dilerseniz pudra şekerini) ve tereyağını karıştırıp iyice ovun. Haşhaşı ekleyip karıştırın ve kremayı sert bir hamur olacak şekilde yavaş yavaş ilave edip yoğurun. Hafifçe unlanmış bir yüzeye hamuru açın ve dilediğiniz kalıplarla kesin. Yağlanmamış tepsiye dizip üzerine hafifçe süt sürerek altın rengini alana kadar yaklaşık 20-25 dakika pişirin.

Özgeçmişinizdeki hobileriniz ne anlatır?



Özgeçmiş hazırlarken aldığınız eğitim, katıldığınız kurslar, sertifika programları ve iş tecrübelerinizin yanında bir de kişisel bilgileriniz yer alır. Hobileriniz de bu kişisel bilgilerden biridir. Özgeçmişinize yazacağınız hobileriniz, sizin tarzınız ve hayata bakışınız hakkında ipuçları verir.

Hobi mi faaliyet mi?
Özgeçmişinize hobilerinizi yazarken, özel ilgi alanlarınız ile hobinin ayrımını yapabilmek önemlidir. Sinemaya gitmek, müzik dinlemek gibi faaliyetler özel ilgi alanları, yapmaktan keyif aldığınız etkinliklerdir. Koleksiyon yapmak, tenis oynamak, elişleriyle uğraşmak hobidir. Şahsen bu ayrımı farkettikten sonra, özgeçmişleri inceleyerek iş görüşmesi yapacak bir işveren olsam, bu ayrımı yapabilen, farkındalığı yüksek bir bireyle görüşme yapmayı tercih ederim.

İşverenler hobilerinizi neden merak eder?
Hobileriniz işveren gözüyle, iş hayatınızın ve günlük rutinlerinizin dışında kendinize özel ayırdığınız zamanda yaptıklarınızdır. Neler yaparak kendinizi iyi hissettiğinizle işveren ilgilenebilir. Bunun nedenlerinden biri, yazının devamı

10 Aralık 2011 Cumartesi

Göründüğü Gibi mi?

Son zamanlarda beni en çok etkileyen fotoğraflardan biri aşağıdaki. Lütfen dikkatlice inceleyin.





Bu fotoğraf çölde develerin tam üzerinden çekilmiş ve yılın fotoğrafı ödülü almıştır. Dikkatlice bakarsanız beyaz çizgilerle develeri görebilirsiniz!

GÖRDÜĞÜNÜZ SİYAH ÇİZGİLER SADECE GÖLGE

Bazen problemlerimiz de bu gölgeler gibi büyük görünürler, fakat gerçekte çok küçüktürler .


Kaynak: Cine planet

14 Kasım 2011 Pazartesi

Cep Telefonunun Gözümüzle Gördüğümüz Kulağımızla Duyamadığımız Zararı






Cep telefonunu hayatımıza dahil edeli yıllar oldu ve bilim adamlarınca açıklanan onca zararına rağmen özel yaşamımızda ve iş hayatımızda durmaksızın kullanmaya devam ediyoruz. Cep telefonunun, basında da defalarca yer alan zararlarından en çarpıcı olanları kansere neden olması, tümör riski, radyasyon, kalp rahatsızlıkları, genetik yapının bozulması, işitme bozuklukları ve en hafif görüreni de baş ağrısı. Tüm bunlara rağmen sabah uyanmak için başucumuzda çalar saat yerine cep telefonu bulundurmaktan çekinmeyiz, çocuğumuzun onunla oynamasına izin veririz ve işyerinde her an ulaşabileceğimiz mesafede bulunmasını sağlarız. Biz akıllanmayız!
Cep telefonlarının zararlarını anlatan haberlere daha çok rastlasak da dönem dönem zararlarından aklandığını da görürüz. Benim de yazarı olduğum Alternatif Anne'de, sevgili Gülüş Türkmen'in son yazısında yer alan bilgiye göre; Danimarka’da Kanser Epidemiyolojisi Kuruluşu tarafından yürütülen 18 yıllık bilimsel araştırmaya göre uzun süreli cep telefonu kullanımı sonucunda kişilerde beyin tümörü ya da herhangi bir kanser çeşidine rastlanılmadığı kanıtlanmış. yazının devamı

4 Kasım 2011 Cuma

Kızılderililerin Şeref Yasaları

 

 
Gündemde berbat olaylar varken asıl insanlığı hatırlamak için aşağıdaki Şeref Yasaları'nı okuyun...
 


1 – Dua etmek için güneşle birlikte kalk. Tek ...başına dua et, sık sık dua et. Büyük Ruh dinler, eğer sen sadece konuşursan.


2 – Yollarında kaybolmuş olanlara karşı anlayışlı ol. Cehalet, kibir, öfke, kıskançlık ve açgözlülük, kayıp bir ruhtan kaynaklanır. Rehberlik bulmaları için dua et.


3 – Kendini, kendi kendine araştır, keşfet. Başkalarının senin yolunu senin için belirlemelerine izin verme. O senin, sadece senin yolundur. Diğerleri o yolu seninle birlikte yürüyebilirler, fakat hiç kimse o yolu senin için yürüyemez.


4 – Misafirlerine evinde saygıyla davran. Onlara en iyi yiyeceklerini ver, en iyi yatağı ver ve onlara saygı ve onurla muamele et.


5 – Herhangi bir kişiden, bir topluluktan, bir çölden ya da bir kültürden olsun, senin olmayan şeyi alma. O ne kazanılmıştır, ne de verilmiştir. Senin değildir.


6 – Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı ol – ister insan, ister bitki olsun.


7 – Diğer insanların düşüncelerini, isteklerini ve sözcüklerini onurlandır. Başka birinin sözünü asla kesme, alay etme ya da taklidini yapma. Herkese kişisel ifadeleri için izin ver.


8 – Başkalarına asla kötü bir şekilde konuşma. Evrene bıraktığın negatif enerji, sana katlanmış olarak geri döner.


9 - Herkes hatalar yapar. Ve tüm hatalar bağışlanabilir.


10 - Kötü düşünceler zihinsel, bedensel ve ruhsal hastalıklara neden olur. İyimser ol.


11 – Doğa bizim için değildir, o bizim bir parçamızdır. Onlar senin dünyasal ailenin parçalarıdır.


12 – Çocuklar geleceğimizin tohumlarıdır. Onların yüreklerine sevgi ek ve bilgelik ve hayatın dersleriyle sula. Onlar büyürken, onlara büyümeleri için yer bırak.


13 - Başkalarının kalplerini incitmekten kaçın. Verdiğin acının zehiri sana geri döner.


14 - Her zaman dürüst ol.


15 - Kendini dengede tut. Senin Zihinsel ben ‘in, Ruhsal ben ‘in, Duygusal ben ‘in ve Fiziksel ben ‘in – hepsinin güçlü, saf ve sağlıklı olmaya gereksinimi var. Zihnini güçlendirmek için bedenini çalıştır. Duygusal rahatsızlıkları iyileştirmek için ruhsallıkta büyü.


16 – Kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken bilinçli kararlar ver. Kendi eylemlerinin sorumluluğunu üzerine al.


17 – Başkalarının mahremiyetine ve kişisel yerlerine saygılı ol. Başkalarının kişisel eşyalarına dokunma – özellikle kutsal ve dini eşyalarına. Bu yasaktır.


18 – Önce kendine karşı dürüst ol. Önce kendini besleyemezsen ve kendine yardım edemezsen, başkalarını besleyemezsin ve onlara yardım edemezsin.


19 – Başkalarının dini inançlarına saygı göster. Kendi inancını başkalarına kabul ettirmeye çalışma.


20 – İyi talihini başkaları ile paylaş. Yardım kurumlarına bağışta bulun, şefkatli ol.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Terör Mağduru ve Depremzedelere Yardım

Ardarda yaşadığımız terör ve depremdeki kayıplarımıza milletçe çok ama çok üzgünüz...Televizyonda yayınlanan görüntüler, sosyal medya vesilesiyle aldığım haberler içimi burkuyor; ne yapayım nasıl bir yardımım dokunur, dua etmekten başka ne faydam olabilir diye pekçok kişi şahsi çabalarını hayata geçirebilmek için düşünüyor, belediyeler, markalar, yardım kuruluşları tüm duyarlılıklarıyla yardımları ulaştırmaya çalışıyorlar. Yardımsever bir milletiz allahtan...Umarım bu ilk günlerdeki gibi sonraki günlerde de yardımlara devam edilir; çünkü birkaç hafta sonra evsiz kalanların evleri hemen yerine konmayacak, açlık ve susuzlukları yine birçoğunun ancak yardımlarla karşılanabilecek, ilk günlerde kendilerinden daha çok çadıra ihtiyaç duyanların olduğunu düşünen bebekli depremzedeler artık zorlanacak ve onlarda sığınmaya daha çok ihtiyaç duyabilecekler...

Afet bölgesine neler ulaştırılabilir, en çok nelere ihtiyaç vardır diye düşününce aklıma ilk gelenler şunlar oluyor:

- Su
- Ekmek
- Elektriksiz ısıtıcılar
- Battaniye
- Bebek bezi
- Kaşık mamaları
- Biberon
- Ayakkabı
- Kışlık kıyafet
- Özellikle diyabeti, kalp rahatsızlığı olanlar için ilaç
- Hastalıkların yayılmaması için aşı (bu tabii tıbbi bir konu ama vatandaş olarak bunun da gerekli olacağını düşünüyorum)
- Kan merkezlerine kan bağışında bulunmak
- Koli (Belediyeler, gelen yardımların paketlenmesi için koliye ihtiyaç duyuyormuş)

Kolilerin üzerine "Van Afet Koordinasyon Merkezi" yazmayı ve kolinin içeriğini yazmak gerekiyor.


Bunların dışında sosyal medyada hayvanseverler, depremzede hayvanların da unutulmaması gerektiğini hatırlatıyor...


Şahsi çabalarımız biraraya gelince belediyelerin, kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin, yardım kuruluşlarının da yardımıyla yaraları saracak kadar bir desteğe dönüşebileceğini unutmamalı gerçekten.
Aynı zamanda, yardımları yaparken birlik olmanın önemini de unutmamalı; yardımpaketlerini nerelere ulaştırabileceğiniz konusunda sevgili Blogcu Anne'nin yazısından ve Alternatif Anne e-dergimizin yazısından faydalanabilirsiniz.

Bunların dışında, depremzedelerin temel ihtiyaçlarından biri de tuvalet ihtiyacıdır mutlaka ve bunu elbette Kızılay düşünüyordur; ama yine de işte tuvalet, ekmek, su gibi hayati ihtiyaçların giderilmesi konusunda firmalara da çok büyük görev düşüyor. Bir de tüm bunların yerine ulaşması için lojistik destek gerekiyor elbette. Bu arada terör örgütü tarafından yardım kamyonlarının yollarının kesildiği ve bu nedenle karayolları ile sanırım özellikle köylere yardımların ulaştırılmadığı bilgisi dolaşıyor sosyal medyada...Çok üzücü!

Terör mağdurları için kendi adıma şimdilik yapabileceğim tek şey, depremzedelerle birlikte, yine Alternatif Anne'de yayınlanan "Çocuklara Ölümden Bahsetmek" yazısının okunmasını önermek. Yazının içindeki bilgilerin, ateşin düştüğü yerlere ulaştırılmasının sağlanmasını ve bir nebze de olsa desteğinin olmasını diliyorum.Yazıda yakınlarını kaybeden çocuklara yaşlarına göre bu durumun nasıl anlatılabileceği anlatılıyor.

Terör ve deprem konularından uzun vadede zarar görmemek ya da zararı aza indirgeyebilmek için; söün kısası kalıcı bağış için, eğitimin şart olduğunu düşünüyorum. Bizden sonraki nesiller için bu konularda eğitim seferberliği son derece gerekli! Doğal afetler konusunda "KIZILAY ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum Kitabı" ilköğretim 4. sınıf ve üstü için. Tüm okullara ulaştırılması gerekiyor. Bu da kalıcı bir bağış olacaktır mutlaka! Terör konusunda da yapılması gereken çok şey var bu anlamda.

Terör mağduru ve depremzede ailelere sabırlar diliyorum...

20 Ekim 2011 Perşembe

Üzüm Çekirdeği ve Tarçın Diyabete Karşı İlaç

 

Önce bende hamilelik şekeri, ardından sevgili babamda yaşlılık şekeri çıktıktan sonra, sağlıklı beslenme ve şekerin kontrolü konularında daha da bilinçlenmek ve öğrendiklerimi başkalarının da öğrenmesini istiyorum.
Aşağıda gazeteci Zeynep Kaçmaz'ın bir haberi var; çok önemli bulduğum için burada paylaşıyorum. Yazının devamında diyabet hastasının nasıl beslenmesi gerektiği konusunda bilgiler de yer alıyor.





"Sağlık uzmanları, dünyanın en yaygın hastalıklarından diyabetin ilaç kullanımaya gerek kalmadan kontrol altına alınabileceğini söylüyor."

Dünyadaki en yaygın hastalıklardan biri olan diyabet, insan sağlığını tehdit ediyor. Dünya çapında ölüm nedenleri arasında ilk 5 hastalık arasında yer alan diyabet, tedavi edilmediğinde böbrek yetmezliği, körlük, kalp-damar hastalıklarına yol açıyor.

Ancak uzmanlar, diyabet hastalarının doğru besin seçimi ile ilaç kullanımına gerek kalmadan hastalığın kontrol altına alınabileceğini söylüyor. Üzüm çekirdeği, yeşil çay, tarçın, kuru baklagiller gibi besinler diyabete bağlı ortaya çıkan hastalıkları önlüyor ya da hastalığın kontrol altında tutulmasını sağlıyor.
Diyabet, pankreastan salgılanan insülin hormonunun yetersizliği veya insülinin etkisine dokularda direnç olması sonucu kandaki şeker miktarının yükselmesi ile ortaya çıkan bir hastalık. Sağlıklı bireylerde kana geçen şeker, pankreastan salgılanan insülin hormonu yardımıyla hücrelere taşınır. Diyabetli kişilerde ise insülin eksik veya etkisiz olduğu için şeker hücre içine giremez ve kandaki miktarı yükselir.

Krom, diyabette kullanılması gereken en önemli doğal bileşen. Vücutta insülin etkinliğini artıran krom, kan şekerinin düzelmesine yardımcı oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Canan Aksoy, diyabet hastalarının tam tane ekmek veya buğday özü ilave edilmiş ekmek tüketerek krom bileşeninden faydalanabileceğini belirtti. Yulaf kepeğinin içindeki beta glukan posasının da diyabete iyi geldiğini aktaran Aksoy şunları söyledi:

“Beta glukan şekere yapışarak, şekerin daha geç emilmesini, böylece kan şekerinin yavaş bir şekilde yükselmesini sağlar. Diyabetliler süt veya yoğurdun içine yulaf ezmesi koymalı. Ayrıca günde bir çay kaşığı tarçın tüketerek kan şekerini yüzde 10-29 arasında düşürebilirler. Tarçını meyvelerin üzerine serpip tüketebilecekleri gibi çubuk tarçınların çayını da içebilirler.”

Üzüm çekirdeği ve yeşil çay da diyabette kullanılabilecek ilaç dışı doğal maddelerden. Bu gıdalar vücutta insülinin etkinliğini artırdığı gibi diyabet sonucu ortaya çıkan hastalıklara karşı da koruma sağlıyor. Üzüm çekirdeğinin iyi bir antioksidan kaynağı olduğunu ifade eden beslenme uzmanı Seyran Tombul ise bu gıdaların aç karnına tüketilmesi gerektiğini söyledi.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Prof. Dr. İlhan Yetkin, beslenmeye dikkat edilerek diyabetten kurtulunabileceğini belirtti. Yetkin, “Şeker hastaları beslenme kurallarına uyarsa ek bir vitamin ya da katkı maddesine ihtiyaç duymaz. 46 yaşında bir diyabet hastam vardı. Beslenmesine dikkat edip 20 kilo verdikten sonra kullandığı ilaca ihtiyaç kalmadı. Şu anda yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürüyor.” dedi.


Diyabet hastası nasıl beslenmeli?
Öğünler hemen her gün aynı saatlerde olmalı: Kan şekeri kontrolü için öğün saatleri günler içinde tutarlılık göstermeli. Örneğin kahvaltı bir sabah 7′de ertesi gün 11′de yapılmamalı.

Şeker içeren yiyecek ve içeceklerden sakının: Şeker ve şeker içeren besinler çok hızlı emilip kan şekerini çok hızlı yükseltir. Bu nedenle bu besinlerden kaçınılmalıdır. Bunların yerine sebze, meyve, süt, yoğurt, kuru baklagiller, yulaf ve kepekli ekmek tüketilmeli.

Yağ alımını azaltın ve sıvı yağları tercih edin: Yağları azaltmak, enerji alımını dengeleyerek kilo alma riskini azaltır. Diyabet hastaları sofralarında sıvı yağa daha çok yer vermeli. Yemek pişirirken sıvı yağ kullanmalı.

Posalı yiyecekleri tercih edin: Posası yüksek bir beslenme programı sürdürmek hem bağırsak faaliyetlerinin düzgün olmasını hem de kan yağlarının düşmesini sağlar. Rafine edilmemiş gıdalar (kuru baklagiller, bulgur, buğday, yulaf, tam tane ekmekleri), sebze ve meyveler yüksek posa içeriğine sahiptir.

Tuzu azaltın: Sodyum, vücudumuzda suyun tutulmasını sağlayarak tansiyonun yükselmesine neden olur. Sodyum, tuzun dışında salamura, konserve, hazır çorba, et suyu tabletleri, şarküteri ürünleri (salam, sosis, sucuk vb.), maden suyu ve sodalarda bulunur.

19 Ekim 2011 Çarşamba

28 Harfte Çocuk Eğitimi

Kaynağını bilmiyorum ama aklımızın bir köşesinde kalmasını isteyebileceğimiz bir ALFABE işte aşağıda!






 
‎Çocuğunuza;

A- Akıl Vermeyin
B- Başkalarına Benzemesini Beklemeyin
C- Ciddiye Alın
Ç- Çimlere Basmasını Sağlayın
D- Denemesine İzin Verin
E- Empati Kurun
F- Fikrini Sorun
G- Gurur Duyduğunuzu Söyleyin
H- Hayallerini Sorun
I- Israrcı Olmayın
İ- İnatlaşmayın
- Jest Yapın
K- Kucaklayın
L- "Lütfen" Li Konuşun
M- Model Olun
N- Ne İstediğini Sorun
O- Oyun Oynayın
Ö- Özür Dileyin
P- Paylaşın
R- Rica Edin
S- Sorumluluk Verin
Ş- Şans Verin
T- Tutarlı Olun
U- Utandırmayın
Ü- Üzüntülerini Paylaşın
V- Vakit Ayırın
Y- Yüreklendirin
Z- Zevklerini Öğrenin

5 Ekim 2011 Çarşamba

Barış Manço'nun Fransız Spiker'e Yanıtı


Bu ay Alternatif Anne'de dosya konusu Dünya Vatandaşlığı. Dünya Vatandaşı deyince benim ilk aklıma gelen isim Barış Manço. Yazacağım yazı için araştırma yaparken aşağıda paylaştığım yazıyla karşılaştım. Önce yazıyı okuyun, sonra günümüzü düşünün. Memleketimize onun gibi Memleketçiler gerek...

"Barış Abi Fransa’da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur. Karşısında ise küstah bir spiker! Sözde Barış Abi ile dalga geçmektedir. Sürekli, “işte Türk, yani barbar, vahşi…” demektedir. Barış Abi daha fazla dayanamaz ve spikere “yanınızda kâğıt para var mı?” diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve “evet var ama n’olacak” der. Barış ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır. (Bu olaydan az önce Barış Abi canlı yayında “anahtar” adlı şarkısını söylemiştir. Bu şarkının bir bölümü şöyledir: “beş akif - bir saat kulesi, iki kule - bir fatih, beş fatih - bir mevlana, iki mevlana - bir sinan” Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir.)


Barış Abi spikere sorar: “Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim?”

Spiker: “general”
Barış Abi diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır, “general”, “amiral”, “komutan”…

Bu sefer de Barış Abi cebinden Türk paralarını çıkarır.
Spikere derki: “Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy’dur. Şairdir… Bu fotoğraftaki kişi Mevlana’dır. Düşünürdür… Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet’dir. Adaletin sembolüdür… Bu paradaki kişi ise Atatürk’tür. “yurtta barış, dünyada barış” diyen kişidir…
Bizim paralarımız bunlar… Biz türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına şairlerimizin, düşünürlerimizin”, bilim adamlarımızın fotoğraflarını bastık! Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş adamlarının fotoğraflarını basmışsınız! der…

Barış Abi’nin bu cevabından sonra televizyon yöneticileri canlı yayını keserler ve spikeri oradan kovarlar, başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Barış Abi’den ve Türk’lerden özür diler, proğrama böylece devam edilir."

Seni çok özlüyoruz...




Barış Manço'yla hasret gidermek isterseniz aşağıdaki adresleri ziyaret edin:

http://baris-manco.video-klipleri.org/
http://www.barismanco.com.tr/
http://www.barismanco.com/




4 Ekim 2011 Salı

Alternatif Anne'de Yazıyorum

Minik oğlumun doğumundan sonra iş hayatına uzak kalmam ilk başlarda benim için kabus gibiydi. Hamileyken mobbing'e maruz kalarak işsiz kalınca eşimle bütün planlarımız alt üst olmuştu. Mobbing'e maruz kalmama rağmen doğum iznimden sonra dönebileceğim bir işim olmasını hedeflemiştim ve sonrasını belirleyemediğim için epeyce düşünmüştüm. Bunca zaman sonra geriye dönüp baktığımda, o zamanlar kayıp sandığım zaman diliminin benim için müthiş kazanımlar barındırdığını görüyorum. Öncesinde tutmaya başladığım bu bloguma devam ederken minik oğlumuz büyüdükçe onunla ilgili paylaşımlarımı yazıya döktüğüm Minik Kartal  blogum da hayat buldu ve ben yazmayı çok sevdiğimi, daha çok şey yapmak istediğimi anladım. İşte o noktada Alternatif Anne'yle yollarımız kesişti. Alternatif Anne'de Hobi Bölümü Editörü oldum. Evet bölümümün adı da Hobisel oldu, yani blogum bölüm sponsoru oldu!  Alternatif Anne Manifestosu için buraya tıklayın. Bundan böyle orada yazdığım yazılarıma burada da yer vereceğim.

Üreten bir anne olmaktan, çocuğumun büyümesine bire bir tanıklık yapmaktan ve ona bu yolda bu mesafede eşlik edebilmekten, ilgi alanlarım doğrultusunda araştırmalar yapmaktan, bilgilerime yenilerini eklemekten ve yazılarıma aktarmaktan mutluyum. Sadece istekleri belirlemek lazım sanırım. Sonra kapı aralanınca ışığı görüyorsunuz! Siz de kapınızı aralayın ve ışığın yolunuzu aydınlatmasına izin verin!

30 Eylül 2011 Cuma

Emzirme Haftası ve Emzirme Reformu



Blog tutmaya başladığımdan beri tanıma ve takip etme fırsatı bulduğum, yazilarını okumaktan keyif aldığım çok blog var. Geriye dönüp baktığımda sanal ortamda izlediğim bloglar sayesinde birçok konuda başka yerlerde bulamayacağım bilgiler edindiğimi ve paylaşımların getirdiği kazanımları ve farkındalıkları görüyorum. Blogcu Anne'nin blogu da bu anlamda hayatıma kazanım olarak girdi; hem de özellikle eşimle birlikte çekirdek aile olmamızı sağlayan minik bebeğimizle hayata yeni başladığımız dönemde! Israrla ve gayretle üzerinde durduğum annelik ve emzirme konularında farkındalık yaratma çabasında olan sevgili Blogcu Anne Elif Doğan, Çalışan Gebe Simge Alhan ile birlikte Emzirme Reformu'nu hayatımıza kazandırarak birçok yeni annenin bu önemli konuda gözlerini açmasını sağlıyor. Emzirme Reformu gönüllüsü genç anneler, uzmanların gönüllü olarak verdiği eğitimlerle edindikleri bilgilerle Gönüllü Emzirme Rehberliği yapıyor. Emzirme Reformu, www.emzirmereformu.com 'da desteğinizi bekliyor.


Emzirme Reformunu takiben google'da kurulan Emziren Anneler grubunda da değerli bilgiler paylaşılıyor. Emziren Anneler grubunun üyeleri başta olmak üzere birçok kişi gönüllü olarak Emzirme Reformu bünyesinde emek vermekte. Grup şöyle tanımlanıyor:


"Anne olsanız da, olmasanız da, emzirseniz de, emzirmeseniz de, “emzirme hakkında söylemek ya da paylaşmak istediğim bir şeyler var” diyorsanız Emziren Anneler grubunda yeriniz var demektir."






Türkiye'de ilk altı ayda sadece anne sütü ile beslenen bebeklerin oranı %1,3. Beş yaşın altındaki çocukların %25'inde beslenme eksikliği görülüyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık %15'i beş yaşın altında. Ve bu çocukların 63,000'i her yıl önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor. (Kaynak: UNICEF Türkiye, Anne sütüyle ilgili gerçekler)

Gerek bu gerçekler, gerekse çalışan annelerin emzirme ve süt izni konusunda yaşadıkları sıkıntılardan yola çıkarak başlatılan Emzirme Reformu, anne sütü ve emzirme hakkındaki farkındalığı arttırmak ve bu konuda bazı değişiklikler yapılması gerektiğine dikkat çekmek üzere başlatılan bir harekettir.





Emzirme Reformu bugüne kadar 700’e yakın bireyin yanı sıra, başta Lansinoh firması olmak üzere e-Bebek ve LeiLeo gibi firmalar, Kadir Has Üniversitesi ve birçok medya kuruluşu tarafından desteklenmiştir.

Emzirme Reformu ile ilgili basında dikkatimi çeken en son habere buradan ulaşabilirsiniz.



Bu hafta Emzirme Haftası. Annelere seslenelim:

Bebeğiniz ve kendiniz için, bebeğinizi emzirin. Her annenin kendi bebeğinin ihtiyacı oranında ve içerikte süt ürettiğini unutmayın ve anne ile bebek arasındaki başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bu değerli paylaşımın tarifsiz mutluluğunu yaşayın. Yalnız değilsiniz; her anne çocuğunu beslemek ve sağlığı konusunda endişeler yaşayabiliyor ve unutmayın ki her anne çocuğuna bu anlamda yetebilir. Başedemediğiniz emzirme problemlerinde yol göstericilerden bilgi almaktan çekinmeyin. Emzirme Haftası kutlu olsun!

27 Eylül 2011 Salı

Hayır Demeyi Öğrenin!



Bugün oğlumla birlikte Kadıköy'den evimize minibüsle dönerken tanık olduğum durumu paylaşmadan edemeyeceğim...

Aslında yaşanan sahnenin kimbilir kaçıncısı yaşandı bilmiyorum ve bunun son olmayacağını biliyorum malesef...

Alkol kokusu bir yana kötü niyeti gözüne yansımış, fermuarı inik bir adam minibüse biniyor. Tam iş çıkış saati, minibüs kalabalık, kapasitesinin kaç katı insan var bilemiyorum. Adam etrafı kolaçan ettikten sonra ayakta duran hanımlardan birine yanaşıyor ve birkaç dakika sonra hanımdan "siz şöyle geçin" diye ona yetmeyecek dozda bir tepki geliyor ve adam yer değiştirmek üzere bakınıyor, kendisine en uygun gelen yere yönleniyor ve benim önümde oturan genç kızın üstüne doğru yanaşıyor da yanaşıyor. Kız, ondan uzaklaşıp cama yapışık şekilde yoluna devam etmeye çalışıyor ama birşey söylemiyor. Ben artık sezdiklerime ve farkettiğim duruma dayanamayarak, adamın yanındaki başka bir adama " bir bakar mısınız rahatsız mı bu adam?" diye o rahatsız adamı uyarmasını işaret ediyorum. Adam kötü niyetli adamı dürtüyor ve rahatsız adam başka bir arayışa geçiyor. Derken minibüste rahatsız edilmedik ayakta kadın yolcu kalmıyor ve en son durağı olan oturan genç bir kız yine sesini çıkarmıyor. Artık benim sabrım taşıyor, içimden avaz avaz bağırmak, adamın bir daha bu sapıklığı yapamayağı kadar canını acıtmak istiyorum ve kadınlara sesleniyorum:

"Neden sesinizi çıkarmıyorsunuz? Atmak lazım bu adamı minibüsten, neden maruz kalıyorsunuz? Tecavüze maruz kalana kadar sesiniz çıkmayacak mı? Neden tepki vermiyorsunuz?"

Hakikaten inanamıyorum. Neyin suskunluğu bu? Adamın yaptığı değil de sapıklığa maruz kalmak mı ayıp? Ordan değil burdan buyurun diye kendi başından savıp hedefi farklı yöne yönlendirmek mi doğru olan? Neden korkuyorsunuz?

Bu arada erkeklerden biri de bana yanıt veriyor. "Hanımefendi sizden başka böyle tepki veren yok, demek ki sizden başka herkes memnun bu durumdan" Offf delirecek gibi oluyorum. Kimi adamlar da "kadınlar seslerini çıkarmıyor, akşam akşam biz mi canımızı sıkalım" diyor.

Bunların hepsinin kaynağı HAYIR demeyi bilememek mi? Bu denli bir duruma maruz kalıp hala sesini çıkaramıyor mu bizim kadınımız? Hala nezaket peşinde ordan değil burdan buyurun demenin ötesine neden gidemiyor? O sesini çıkarmayan kadınlara mı yoksa adamlara mı kızmalı?

Evet herkesten önce kişi kendini korumalı; yoksa şehrin ortasında evire çevire dövülüp seyirci toplayan aciz genç çocuklardan farksız bir şekilde sapıklıklara ve tüm çirkinliklere maruz kalırsınız, etrafınızdan da kimse sizi kollamaz. Tabii tepki vermeye cesaret edemeyip susan bir genç kızsa da etraftaki erkek adamların hiç anaları, kız kardeşleri, eşleri ve çocukları yok mu, onların başına gelse yerle bir etmezler miydi adamı diye düşünmeden edemiyorum. Toplumun bu duyarsızlığının sınırı nedir? Bunların yanıtlarını bulamıyorum.

Acaba bu yazının etiketine neler yazmalı ki burada yazdıklarımı öyle çok kişi okusun ki hiç değilse bir nebze birşeylerin farkındalığında katkım olsun...Offff...


“Hayır” diyebilmek öğrenilen ve öğretilebilen sosyal bir beceridir. Bu sosyal becerinin eksikliği, yani “hayır” diyememek ise bir hastalıktır. Daha doğrusu psikolojik ve fizyolojik hastalıklara yol açan tehlikeli bir virüstür.

Sözün kaynağı: http://www.aktuelpsikoloji.com/ Yanlış mı siz söyleyin!

24 Eylül 2011 Cumartesi

Dünyanın En Eski Masalı


Aşağıdaki “dünyanın en eski masalı”, Medhananda tarafından Mısır’da bulunmuştur:

“Bir varmış, bir yokmuş. Bir kralın bir oğlu olmuş. Doğarken yazgı tanrıçaları, ölüm nedeninin bir yılan, bir krokodil, ya da bir köpek yüzünden olacağı kehanetinde bulunmuşlar. Kralın oğlu büyüdüğünde, bu kehaneti hatırladıkça hüzünlenmeye ve bu korkunç yazgıdan nasıl kurtulabileceğini araştırmaya başlamış. Yollara düşmüş, danıştığı herkes ona, her insanın öleceğini söylüyormuş.
Günlerden bir gün bir tapınağa gelmiş. Tapınak kapısının bir yanında bir yılan, diğer yanında bir krokodil resmi varmış. Bu kutsal yere girişin üstünde de bir köpek resmedilmişmiş. Kralın oğlu hemen girip, rahibe sormuş:

“ Bu resimler her insanın yazgısıyla mı ilintilidir?”

Rahip de: “Onları doğru anlayabilen, kendi kendinin efendisi olur!” demiş.

Kralın oğlu: “Bana kendi kendimin efendisi olmayı öğret, lütfen!” ricasında bulunmuş.

“ Bak, yılan senin yaşama gücün, seni milyonlarca yıl taşıyan enerjidir. Her dalga geldiğinde, seni yıldızlara savurmaya çalışır ve her dalga çukurunda sana ataların gibi yıldızlara yükselmek ve orada parlamak arzusu aşılar.

Ama sen kendi kendine: Ben, bu dalga çukurlarından birinde doğdum ve dalga tepesine gelindiğinde öleceğim, dersen; o zaman kendi ölümsüz yılan gücünü kendi ellerinle doğrayıp parçalara ayırdın demektir."

Kralın oğlu: “Bunu asla yapmayacağım” diye söz verir. “Pekiyi, yazgı tanrıçalarının sözünü ettiği krokodil ne oluyor?”

“Evet, krokodile gelince,” demiş rahip diğer duvarı göstererek, “o da senin benliğinin bir parçası. O senin içinde daima oburca kendini beslemek isteyen, sürekli başka canlıları yutup duran şeydir. Ama sen, acıktım dediğin anda krokodil seni zaten yutmuş demektir. Kendini onunla özdeşleştirmişsen, onunla yaşlanır ve hastalanırsın ve sonra da ölürsün. – Çok dikkat et, krokodille sona erme, tersine krokodil senin büyük varlığının yalnızca geçici küçük bir parçası kalmalı, onu sen daima yeniden edinmelisin, o kadar.”

“Krokodilime çok dikkat edeceğim” demiş kralın oğlu, “Pekiyi köpek nedir?”

“Köpek de senin bir parçandır. Kendi kendinle tanıştığında, onunla da tanışmış olursun. O zaman senin en iyi arkadaşın olacaktır. Senin gölgen, koruyucu ruhun olarak her yere seninle gidecek, tüm yolları ve kapıları sana açacaktır. Daha şimdiden içinde o, daima uyanık olandır; uykuya daldığında ya da kendini unuttuğunda bile o, kendi kendini rüyalarında yitirmeyesin ve ertesi sabah, tam zamanında yeniden kendine giden yolu bulasın diye, daima bekler. Onunla dost olabilmen için, sana uyuma imkânı tanınır, alıştırma yapasın, onunla birlikte kendi kendinin tam bilinci içinde, yaşamdan yaşama geçen kapılardan kendini kaybetmeden ve unutmadan geçebilmeyi öğrenesin diye.”

Kralın oğlu rahibe ve kendi kendine, sadık bekçisiyle dost olmaya söz vermiş, hiç ölmeden yaşamış ve halâ her birimizin içinde yaşamaktaymış.”

Kaynak: http://www.egitimsanatidostlari.org/

23 Eylül 2011 Cuma

Lavoisier'in Kafası


Kimya biliminin dehası Lavoisier' in, asıl eğitimi hukuktu ve Paris Barosu'na kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları nedeniyle bütün dünyada ün kazanmıştı. Kimya bilimini reddeden yobazları gösterip "Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz" dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp, giyotinle ölüme mahkum edildi. Lavoisier; matematikçi Lagrange' i çağırdı ve"kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam; insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte  demektir"... dedi. Lavoisier' in kafası kesildi, sepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı.


Matematikçi Lagrange diyor ki;"Lavoisier' in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir. Ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler, insanlığı da süründüreceklerdir."

12 Eylül 2011 Pazartesi

Aynalık Çalışması - İçimizdeki Yolculuk


Kendim için uzun zamandır yapmak isteyip henüz fırsatını bulamadığım şeylerden biridir İçimizdeki Yolculuk' u okumak. Kitabın yazarlarından M.Fatih Koçak, aynalık çalışmasınının ne olduğunu ve nasıl kullanılabileceğini anlatıyor. İnsanın kendini keşfetmesi yolunda bu satırlar bile yeterince önemli. Ayrıntılarda saklı birçok şey...

"Aynalık enerjisi, ruhsal tekamülümüzde korkularımızın farkındalığına
hizmet eden karma prensibi kadar önemli bir araçtır.
Aynalık, Evren'deki çekim kanununu anlatır.
Bu kanun "her şey, benzer olanı kendisine çeker" ifadesidir.
Evren'de hiç bir şey tesadüf, şans veya şansızlık değildir.
Bizim içsel enerjimiz her gün hayatımızdaki sahneleri yaratan yegane kaynaktır.
Bizlerin tesadüf diye adlandırdıkları evrensel anlamda çekim kanununun bir yansımasıdır.
Biz içsel enerjimiz neyse, dışarıda da onu yaşarız.
Bu anlamda, hayatımıza giren insanlar da bir şans oyunu sonucunda orada değildirler.
Hayatımıza bir şekilde dokunmuş olan her insan, çekim yasası sonucunda bir aynalık göreviyle oradadırlar.

PEKİ BU AYNALIK ENERJİSİ BENİM RUHSAL GELİŞİMİM İÇİN NEDEN ÖNEMLİDİR?
Kızdığım, öfkelendiğim, üzüldüğüm olayların bana korkularımı gösteren bir sahne oluşu gibi,
başkalarında gördüğüm ve beni rahatsız eden, kızdıran
"BEN BÖYLE İNSANLARDAN HİÇ HOŞLANMIYORUM" diyerek,
bir istememe, beğenmeme duygusuyla tarif ettiğim her tasvir de
benim içsel enerjimi bana göstermek için hayatıma girmiştir.
Çevremde "ne kadar inatçı", "ne kadar bencil", "ne kadar düzenbaz" şeklinde,
bir negatif duygunun eşliğinde sıfatlandırdığım herkes
çekim kanunu gereği
BANA BENİ GÖSTERMEK ÜZERE AYNALIK ENERJİSİYLE HAYATIMA GİRMİŞTİR.
Bu biliş hayatımıza yeni bir farkındalık getirir.
Hatta aynalıklarımızdaki her farkındalığımız içsel enerjimizi hemen o anda yumuşatır
ve ilahi sevgiyle uyumlu hale getirir.
Çünkü AYNALIK ENERJİSİ SADECE BİZİM İÇSEL FARKINDALIĞIMIZA HİZMET EDER.
O, ONU FARK ETTİĞİMİZ VE KABUL ETTİĞİMİZ ANDA
KENDİLİĞİNDEN HAYATIMIZDAN ÇIKMAYA BAŞLAR.
O güne kadar KENDİMİZDEKİ VARLIĞINI REDDETTİĞİMİZ TÜM VAR OLMA HALLERİ,
ONLARI KABUL ETTİĞİMİZ ANDA BÜYÜK BİR DÖNÜŞÜME GİRER.
Aynalık enerjisi, bize Evren'in
"bak, sen yalan söylüyorsun",
"bak, sen inat ediyorsun",
"bak, sen insanları aldatıyorsun", şeklindeki mesajlarıdır.
AYNALIK DÖNÜŞTÜRME MEDİTASYONU:
Aynalık enerjisinin dönüşümü, kabul enerjisinde yatar.
BİR KEZ AYNALIĞINIZI BULDUĞUNUZDA
ONU KABUL ETTİĞİNİZİ VE ONU SEVGİYE DÖNÜŞTÜRMEYİ BAŞLATTIĞINIZI beyan etmeniz
dönüşümü büyük ölçüde hayatınıza sokacaktır.
Örneğin; Hayatınızda sık, sık bencil insanlarla karşılaştığınızdan şikayetçi olabilirsiniz.
Bu deneyiminizi sevgiye dönüştürmek için öncelikle
 bu durumun ve bu şekilde sıfatlandırdığınız kişilerin
sizin kendi içsel enerjinizin bir aynası olduğunu kabul etmeniz gerekir.
Daha sonra, meditasyon halinde -yatar veya oturur vaziyette gözlerinizi kapatıp,
derin bir nefes aldıktan sonra- üst beninize
"ben nerede, ne zaman, kime karşı bencillik ettim veya ediyorum?" diye sorarak,
ondan bu anlarınızı sizin gözünüzün önüne getirmesini talep edebilirsiniz.
Gelen hatıralarınızda kendinizi bencillik yaptığınız için affettiğinizi beyan edip,
sonra da karşınızdakini size yaptığını düşündüğünüz şey için affetmenizi öneririm
(Bunun için bu kitapta yer alan "Kendini Affetme", ve "Başkasını Affetme" meditasyonlarında
yer alan cümleleri kullanabilirsiniz).
Sonraki adımda bencilliğinizi bırakma kararınızı Evren'e beyan ederek
bu içsel enerjinizi serbest bırakabilirsiniz.
Şu cümleleri kullanabilirsiniz:
“Ben bencil olduğumu kabul ediyorum”,
Ben bencilliğimi şu anda sevgiyle bırakıyorum” diyerek
onun tüm bedeninizden sıyrılıp gittiğini imgeleyebilir veya hissedebilirsiniz.

Bunu yaparken şu cümlelerin tekrarı bu dönüşümü kolaylaştıracaktır.
Bencillik benim özüme ait değil.
Ben bencil olma huyumu/enerjimi şu anda bırakıyorum.
Ben özümdeki koşulsuz sevgiyi seçiyorum.

Bu çalışmayı, diğer çalışmalar gibi gözü kapalı bir şekilde çalışmanızı tavsiye ederim.
Dönüşüme odaklanmanız ve egonuzun türlü zihin oyunlarıyla araya karışmasına mani olmanız için
bu meditasyonu biraz görselleştirebilirsiniz.

MEDİTASYON:
Örneğin, aynalık enerjisinin farkındalığı ile
kendinizde olduğunu tespit ettiğiniz negatif huyların, alışkanlıkların veya davranış biçimlerinin
bedeninizden sıyrılarak pembe bir ateşe bırakılmasını imgeleyebilirsiniz.
BU ENERJİLERİ BIRAKIŞINIZDAKİ KABUL DERECENİZİ,
MEDİTASYONDAKİ SIYIRMA ve
PEMBE ATEŞE ATABİLMEYİ
KOLAYCA YAPABİLME HALİNİZLE ANLAYABİLİRSİNİZ.
Bazı huy ve alışkanlıklarınızı bir günde bırakmanız mümkün olmayacaktır.
Bu huylar uzun bir zamandır bizimle birliktedir ve hayatımızın her anına gizlice saklanmış gibidirler.
Bu huylarımızın altında onların var oluşlarını geçerli kılan korkularımız yatar.
Örneğin;
KISKANÇLIK HUYUMUZUN ALTINDA GENELLİKLE YÜKSEK BİR YETERSİZLİK KORKUSU YATAR.
Veya YALAN ALIŞKANLIĞIMIZ belki de SUÇLANMA KORKUMUZ İÇİN GELİŞTİRDİĞİMİZ
BİR SAVUNMA MEKANİZMASI OLABİLİR.

Her şekilde BU HUYLARIMIZIN BIRAKILMASI İÇİN öncelikle
BU KORKULARIMIZIN SEVGİYE DÖNÜŞTÜRÜLEREK
BEDEN ENERJİMİZDEN SALIVERİLMELERİNE İHTİYACIMIZ VARDIR. Ancak BU ŞEKİLDE YALAN SÖYLEMEK İÇİN ZATEN İÇSEL BİR
NEDENİMİZ KALMAZ ve BU HUYUMUZ HAYATIMIZDAN KENDİLİĞİNDEN ÇIKAR.

BENDE OLMAYAN BİR ENERJİ ETRAFIMDADA OLAMAZ
ya da BENİM ALGIMA GİRMEZ.
AYNALIK ENERJİSİ ÇEKİM YASASIYLA ÇALIŞIR.
BEN KISKANÇ DEĞİLSEM, HAYATIMA KISKANÇ İNSANLARIN GİRMESİ
ve benim İÇSEL HUZURUMU TEHDİT ETMESİ MÜMKÜN OLAMAZ.
     

Aynalıklarımızı bulmanın en kolay yolu yazarak çalışmaktır.
Özellikle yakınlarınızla ilgili bir liste çalışması yapmanız çok faydalı olacaktır.
Örneğin, kardeşinizi nasıl tarif edersiniz?
Onun hangi huyları sizi sinirlendirir, rahatsız eder?
Bu çalışmayı samimi bir şekilde gerçek duygularınıza sadık kalarak,
hiç hafifletmeden ve kendinizi mazur göstermeden yapmanızda fayda var.
Çünkü bu çalışmada egonuz yanınızda işbaşı yapmış olacaktır
ve sizin kendi içsel farkındalığınızı ve dönüşümünüzü engellemek için elinden geleni yapacaktır.
Egonuzun karşısında durabilecek tek anahtar kendinize karşı dürüst olmanızdır.
Bu listeyi yaptıktan sonra tek, tek her madde için kendinize
"ben bunu, nerede, ne zaman, kime yaptım?" diye sorun.
Bazı maddeler sık, sık yaptığımız şeylerdendir.
Mesela yalan söylemek gibi.
Yalan da diğer huylar gibi bir enerjidir.
Bu anlamda evrensel olarak yalanın büyüğü küçüğü yoktur.
Evren tek bir gerçeğe bakar, doğrunun olmadığı hal yalandır.
Yalan ekmek beraberinde yalan biçmeyi gerekli kılar.
Bizler için korkularımızla haklı çıkardığımız YALANLARIMIZ MASUMCA GÖRÜLEBİLİR
AMA EVREN'DE YARGI OLMADIĞINDAN YALAN ENERJİMİZ KAYNAĞINA OLDUĞU GİBİ DÖNECEKTİR.
DÜŞÜNCELERİMİZDEN SORUMLUYUZ.
Ama AĞZIMIZDAN ÇIKANLARDAN DA ÖZELLİKLE SORUMLUYUZ.
 Bazı maddeler için ise, ilk bakış da hayatınızda tam karşılığını göremezsiniz.
Mesela eşiniz için "sürekli beni eleştiriyor" şeklinde bir maddeniz olabilir.
Oysa belki siz onu hiç de eleştirmiyorsunuzdur.
Ama belki içinize dönüp samimi bir şekilde kendinizle yüzleştiğinizde çocuğunuzu sürekli eleştirdiğinizi görebilirsiniz.
"Ama o daha küçük, onun yönlendirilmeye ihtiyacı var." şeklinde kendinizi mazur gösterebilirsiniz.
Ama evren bunu anlamayacaktır.
Evren'e göre SİZ NE KADAR OLGUN BİR RUHSANIZ, ÇOCUĞUNUZ DA O KADAR OLGUN BİR RUHTUR.
Onun sadece zaman, zaman sizin rehberliğinize ihtiyacı vardır.
Ama eleştirilerinizle onun içsel seçimleri üzerinde baskı kurmanızı Evren desteklemeyecektir.
Aynalık enerjisine göre siz çocuğunuzu eleştirmeyi bıraktığınızda eşiniz de bu huyunu ya bırakacaktır
 ya da size karşı artık kullanmayacaktır.
Bu çekim yasasının şaşmaz bir sonucudur.
Bazı maddeler ise hayatınızda bir kere yaptığınız bir davranışa aynalık ediyor olabilir.
Örneğin, iş ortağınızın dolandırıcı olduğunu fark ettiniz.
Hatta belki de ortaklığınız sona erdi, ama onunla ilgili güçlü bir "o çok dolandırıcı bir insan" hissiniz var.
Bir de üstelik sağdan soldan da sürekli onunla ilgili haberler alıyorsunuz
 ve her seferinde size yaptığı dolandırıcılıkları hatırlayıp sinirleniyorsunuz.
"Ben nerede, ne zaman, kimi dolandırdım?" diye sorduğunuzda
iş yaşantınız baştan sona bir dürüstlük sicili şeklinde gözünüzün önüne gelmiş olabilir.
Biraz içinizde derinleşmenizi öneririm.
Peki küçükken, mahalle arkadaşlarınızla ortaklaşa top almak için
topladığınız paraların bir miktarına gizlice el koymanıza ne demeli?
"Ama bir kere yapmıştım; üstelik o zaman küçüktüm!" diyebilirsiniz.
Ama İÇSEL ENERJİMİZDE OLMAYAN HİÇBİR DAVRANIŞI İCRA EDEMEYİZ.
Evren bu gerçeği bilir.
Ve o yıllar önce ektiğimiz içsel enerjiyi, bir gün işyerimde karşıma getirir.
"Peki ama ben bu davranışımı zaten çoktan bırakmışım,
şimdi bununla karşılaşıyor olmamın bana ne faydası var?" diyebilirsiniz.
Bu durumdaki içsel dönüşümüm biraz daha farklı olacaktır.
Bu durumda Evren, kendisine şu mesajı çok içten hissederek vermemizi bekler.
Ben kendi dolandırıcılığımı kabul ediyorum.
Ben dolandırıcılığımı şu anda bitiriyorum.
Ben bu kişinin dolandırıcı olmasına izin veriyorum.
Arkasından dolandırıcılık yaptığınız olay için kendinizi affettiğinizi
kendinize yüksek sesle söylemenizi öneririm
(Bunun için bu kitapta yer alan "Kendini Affetme" meditasyonunda yer alan cümleleri de kullanabilirsiniz).
Bu beyanı yaparken, KENDİNİZİ GÖZÜNÜZÜN ÖNÜNE GETİREREK
KENDİNİZE PEMBE KIYAFETLER GİYDİRDİĞİNİZİ
VE KENDİNİZİ PEMBE IŞIKLAR ALTINDA YIKADIĞINIZI İMGELEYEBİLİRSİNİZ.
BU İMGELEMEYLE, DOLANDIRICILIĞINIZ NEDENİYLE
KENDİNİZE İÇSEL BİLİŞİNİZLE DUYDUĞUNUZ KIZGINLIK ENERJİNİZİ DE
AFFETME ENERJİSİYLE TEMİZLEMİŞ OLURSUNUZ.
Negatif huylarımız, alışkanlıklarımız veya davranışlarımızın sevgiye dönüşmesi için
KABUL ETME ve İZİN VERME ENERJİSİNİ kullanabiliriz.
Bunun için, kendi içsel enerjimizin kabulü ve karşımızda
bize aynalık yapanların da olduğu gibi olmalarına izin vermemiz gerekir.

Dün ben korkularıma basıldığı bir anda karşımdakini küçümseyerek
kendimi değerli kılmış olabilirim;
bugün de karşımdaki aynı enerjiyle beni küçümsüyor olabilir.

Dün ben kendime verdiğim küçümseme hakkını bugün karşımdakine veriyorum.
Çünkü Evren de dün bana izin vermişti.
Bugün yanımda çalışan arkadaşımın beni küçümsemesi
sadece onun evrendeki aynalık sistemiyle bana benim içsel enerjimi gösterme halidir.

Bu farkındalıkla, bana bu huyumu bırakma yolunda fırsat verdiği için
onun varlığına şükrederim, onun olduğu gibi olmasına izin veririm.
O sadece Evren'in sistemi gereği benim tekamül yoluma hizmet etmiştir.

Bilirim ki ben değersizlik korkumu sevgiye dönüştürdüğümde,
etrafımdaki insanlarla değer rekabetim ortadan kalkacaktır;
bu durumda kimseyi küçümsemem gerekmez.
Bende küçümseme enerjisi kalmadığında zaten bugün beni küçümseyen iş arkadaşım
ya bu davranışını artık bana karşı göstermeyecek
ya da hayatımdan kendiliğinden çıkacaktır.
Buradaki kabul ve izin enerjim,
benim yeni bir negatif enerji ekmemin önüne geçecektir.
Bu olayda; iş arkadaşıma kızmak ve onunla tartışmaya girerek öfke ekmek yerine,
onu ve onunla yaşadıklarımı kabul ederek,
bu olayı evrenin de niyet ettiği gibi kendi hayrıma kullanmış oluyorum."

M. FATİH KOÇAK

23 Ağustos 2011 Salı

Kahvenin Tadı






Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olan...larına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler:

'Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.

Şunu bir düşünün: Hayat kahvedir. İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayatı tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Sevgi Dönüştürür


Kim seni bütünüyle, koşulsuzca kabul ederse değişmeye başlarsın.
Onun kabulü sana böyle bir cesaret verir.
Olduğun gibi kabul edilmen seni bütünleştirir, seni kendine güvenli kılar, seni kendin gibi hissettirir.
O zaman beklentileri yerine getirmene gerek yoktur, sen olabilirsin.
Bu yüzden sevgi bu kadar besleyicidir.
Seni basitçe, sırf sevgi uğruna seven bir erkek ya da kadın bulabildiğinde, sevgi dönüştürür.
Ansızın tüm üzüntü kaybolur; yüreğinde bir dans, bir şarkı bulursun...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

HUN DÖNEMİNDEN GÜNÜMÜZE ULAŞAN 1500 YILLIK SAZ

Yıllar önce üniversiteye giriş için tercihlerimi hazırlarken, paleantropoloji bilimi ilgimi çekmişti ve tercihlerimin arasında yer almıştı. Bundan da önce, ablamın üniversite eğitimi sırasında öğretim görevlisi Bozkurt Güvenç'ten aldığı Antropoloji dersi ile ilgili kitapları ilgimi çok çekmişti ve ablamın da yönlendirmesiyle ben de kitapları elime almış ve ara ara bir roman okur gibi okumuş ve okumaktan çok keyif almıştım. Bundan seneler sonra da paleantropoloji bilimi, sanırım daha önce antropolojiye sempati duyduğum için ilgimi çekmişti. Ama işte bu bilimle haşır neşirliğim, sadece tercih etmemle kalmıştı ve tercih ettiğim sıralarda sözel puanla öğrenci alan bölüm, o sene fen puanıyla öğrenci almıştı. İlahi eğitim sistemi!

Bunlar çok geride kalmışken, internette okuduğum bir yazıyla bu bilimin ne kadar da değerli olduğunu bir kez daha anımsadım ve yazının içeriğinin blogumda mutlaka yer almasını istedim. Moğolistan'da bir mağarada 1500 yıllık Türk sazı bulunmuş! Bulunan bu Türk sazının, yüzyıllarca dilden dile dolaşan bir efsaneyle bağlantısı farkedilmiş; ne kadar büyüleyici! Arkeoloji biliminin de işte böyle mucizeye tanık olmak gibi bir torpili var:)

Aşağıda sözkonusu yazıdan alıntılar okuyacaksınız. Yazının tamamına ulaşmak için ise sayfanın en sonundaki linke tıklamanız gerekiyor.




"Turk musiki ve kultur tarihinde onemli bu bulusu Mogol arkeologlari gerceklestirdi. 2008 yilinda bulduklari 1500 yillik sazi once Mogollarin Devekopuzu dedikleri calgi zannettiler. Ancak bunun Turk sazi oldugunu ve ustunde runik yaziyla Turkce sozler bulundugunu fark eden, Gumilev Avrasya Universitesi Turkoloji ve Altayoloji Araştırmalari Merkezi Muduru Prof. Dr.Karjavbay Sartkojauli olmus.

Turk halklarinin en onemli calgisi Turk sazi 1500 yillik en eskisi Mogolistan’da bir magarada bulundu. Sazin Turk kulturu ve musiki tarihi acisindan en onemli yani sapinda runik Turk yazisinin olmasidir. Bu yazida “Hos bir ezginin sesleri insani mest eder” denilmektedir. Bu da Turklerin en eski devirlerden musikiye verdikleri onemi gostermektedir. V. Yuzyila ait oldugu tahmin edilen sazin gunumuzde Kazak, Karakalpak ve Nogay gibi halklarda hala calinip soylenen iki telli saz “dombira”ya cok benzemektedir. Mogol arkeologlar bu sazin Mogollara ait oldugunu iddia ederken, onun Turk calgisi oldugu kanitlandı.

En eski Turk sazinin bulundugu yer:
Altay daglarinin Mogolistan sirtinda uzanan ve Cargalant-Kayirhan olarak adlandirilan kisminda “Omnohon Aman”, yani “On Vadi” isimli yerde bulunan “Nuhen Had”, yani “Magara Tas” denilen bir magarada bulunmustur.

2008 senesinde ilk defa bu magarayi N. Dandar isimli bir coban kesfetmis ve icindeki boynu egri sazi bulmus ve durumdan koy mektebinin ogretmenlerinden C. Enhtor’e haberdar etmisti. Enhtor Ulan Batur’daki Mogolistan Ilimler Akademisi Arkeoloji Enstitusu bu buluntuyu bildirdi.

Magaranin 86 x 60 cm boyutlarindaki agzi yuksektedir. Iceriye 95 cm kayarak girilmektedir. Icerisi tek bir oda gibidir. Odanin tabani 130 x 280 cm’dir.


Arkeolojik kazi: Arkeologlar magaraya girmelerinden once, magarayi ilk bulan N. Dandar topragi kazdigi ve magara icinin ilk durumunda bazi degisiklikler yaptigi anlasilmistir. Dandar 35 cm. capinda ve 15 cm. derinliginde topragi kazmisti. Cikan topraklari magaranin kapi tarafina yigmisti. Magaranin dogu tarafinda duvari kismina dogru iki uzengi ve eyerin bir kenari acikca gorulmekteydi. Duvara dayali duran sazi ise Dandar yerinden almis ve ogretmen Enhtor’e getirip vermisti. Eyerin altindan sadak oklariyla birlikte bulundu. Kazi calismalari sonucunda kafatasi saglam bir insan iskeleti, 20 temren, okun agac saplari, enli eyer, iki Turk uzengisi bulundu.


Mogolistan Ilimler Akademisi Arkeoloji Enstitusu magaradan cikarilan insan iskeletine antropolojik incelemeler yapti. Iskeletin paleoantropolojik analiz bulgulari su sekildedir: Kafatasi oldukca iyi korunmus bir durumdadir. Kafatasinin sol tarafinin ust kismi bir zamanlar yara almis, fakat sonradan iyilestiginin isaretleri kalmistir. Kafatasindaki yara izi sivri uclu bir silahla yapilmis gibidir. Ancak, bu ok yarasi degildir. Yara izinin boyutlari 3,6×2,0 cm’dir. Kafatasinin tepesinde ve alin kisminda kafa derisi bulunmaktadir. Iskeletin yapisi ve kafatasinin eklemleri, disinin ozelliklerinden anlasildigina gore, bu 20-25 yaslarinda ve 166, 7 cm boyundaki bir genc erkege aittir.

Saz: Magarada bulunan arkeolojik buluntular icinde bizim en cok ilgimizi ceken sey saz oldu. Bu saz hakkinda Kazakistan’da 2008 yili sekiz gazetede makale yayinlamistik. 2008 yilinda Mogolistan’a gittigimizde boyle bir sazin bulundugunu isitince, Magara Tas’ta kazi calismalari yapan arkeolog Ts. Torbat’i ziyaret ettik. Torbet bize sazi gosterdi. Ancak, sazin fotografini cekmemize, cizimlerini yapmamiza izin vermedi. Onun dusuncesine gore, bu Mogollarin Deve Kopuzu denilen bir milli calgisiydi. Biz ise bunun Mogollarla ilgisi olmadigini, bunun Turk halklarina ait bir saz oldugunu ve hatta Kazaklarin bugun dahi calip soyledikleri iki telli “dombira” sazinin aynisi oldugunu soyledik. Ayrica buluntunun bir Mogol mezarindan degil, Turk mezarindan ciktigini da ifade ettik. Bunun en buyuk delili de sazin sapindaki Turk runik yazisiydi. Bundan dolayi, bu sazin Mogollara ait oldugunu iddia etmenin abesle istigal olduguna isaret ettik. Kopuz aletinin yayli bir calgi oldugunu ve bu sebeple sapinin kalin olmasi gerektigini, oysa bunun ince oldugunu ve tellerine parmakla vurularak calindigini belirttik.

Sazin sapinin egriligine gelince, bunun dogal oldugunu, cunku herhangi bir sazi bir duvara yasli olarak belli bir muddet birakildigi zaman sapinin egrildigini soyledik. Cunku sazin teli vardir. Telden dolayi sap egrilmektedir.

Biz sazin sapindaki runik yaziyi inceledik. Yazi Turk dilinin uyum kuralina uygun yazilmamistir. Bu durum ise, bu yazinin Turk runik yazi sistemine reform yapilmadan once yazildigini bize gostermektedir. Yazi reformunun 552-570 yillari arasinda gerceklestigini dusunursek, bu saz bu yillardan once yapilmis olmalidir. Reformdan once eski Turk bitiglerinin harf ve isaretleri birbirine bitisik sekilde yazilmaktaydi. O donemde yazinin gramer kurallari yapilmamisti. Bundan dolayi biz sazdaki yazinin V. Yuzyila ait oldugunu dusunuyoruz.

Sazda su yaziyi gormekteyiz.
“župar kuu čore sebit idmis”
Nefis ezgi bizi mutlu eder.
Yazidan su sonuclari cikarabiliriz:

1. Yazi reform oncesine aittir. Cunku, ses uyumu yoktur.
2. Yazidaki ezgi manasina gelen “kuu” kelimesi eski Turk metinlerinde “kugu” olarak da gecmektedir. Ortadaki “g” sesi zamanla dusmustur. V. yuzyilda bu “kuu” olarak soyleniyor olmalidir. Bugunku Kazak Turkcesinde hala yasayan “kuy” kelimesinin telafuzuna benzemektedir. Bu kelime erken Ortacag’da Cince metinlerde “ch’u” olarak gecmektedir.
3. “čore” kelimesini eski Turk dilleri sozluklerinde bulamadim. Kazaklar kecileri “sore, sore, sore” diye belirli bir makamla soyleyerek cagirirlar. Demek ki, bu soz makam, musiki manalarina gelmektedir. Bu durum bize bugunku XXI. yuzyilda bir cok Turk halklarinda mevcut “dombira kuy” musikisinin daha V. Yuzyilda gelisimini tamamlamis oldugunu gostermektedir.


Sazin basi: Sazin basi ceylan (bugi) veya bulanin basina benzemektedir. Gunumuzun sazlari gibi duz
degil. Eski devir geleneklerine gore, hayvan stiliyle suslenmistir.

Turkler Islamiyete girdikten sonra hayvan stili suslemelerini birakmistir. Cunku, Goktanri dininin tum aliskanliklarini terk etmeyince, tam Musluman olmak mumkun degildi.

Efsane ve 1500 sene onceki saz:
Kazaklarda dombira veya sazin nasil meydana geldigi konusunda bircok efsane mevcuttur. Bunlarin bazilari B. Saribayev, K. Jubanov, O. Janibekov ve A. Seydimbekov gibi arastirmacilarin kitaplarinda yer almaktadir. Dombira ve dombira kuyleri / ezgileri konusunda bu arastirmacilarin eserlerinden faydalandik.


Akselev Seydimbek’in “Cift Tel Efsanesi” hakkinda yazdiğina gore, cok eski devirlerde bir genc daglarda geyik avlayarak gecimini temin ediyormus. Bir gun yuksek daglarda, bir maral vurdu. Onu asagiya indirmek icin iskembe ve bagirsaklarini bosaltti.

Aradan aylar gectikten sonra, avci genc disi marali vurdugu yere tekrar gelir, burada kulagina vizilti gibi sesler gelir. Dikkatle etrafina baktiginda, birkac ay once vurdugu maralin bagirsaklarinin akbaba gibi les yiyici kuslar tarafindan yenirken, agac dallarina takili kalmis oldugunu gordu. Vizilti gibi ses dala takilip kurumus bir cift bagirsaktan gelmekteydi. Ruzgâr estikce, dallara gerili bir bicimde takilmis olan bagirsaklardan farkli farkli hos sesler geliyordu. Avci gence bagirsaklar dile gelmis gibi gorundu ve daldan bu bir cift kurumus bagirsagi alip eve getirdi ve tahtadan yaptigi bir alete takar. Bagirsaklara parmaklariyla vurdukca agac dallarindaki gibi hos sesler cikarir. Bu sadece gencin degil, onu dinleyen herkesin hosuna gider. Onlari cesitli duygulara surukler. Boylece dombira herkesin sevdigi bir musiki aletine donusur. Gunumuzde de bazi yerlerde Kazaklar dombiranin tellerini hala kurutulmus bagirsaklardan yaparlar.


Efsane bizlere bunlari anlatirken, bundan 1500 sene once yapilmis ve Altaylarda bir magarada gunumuze ulasan yasli sazin karnina maralin, geyigin resimleri yapilmistir. Hatta sazin sapinin ucuna da maral veya geyigin basi konmustur. Bu hayret verici bir durumdur. Acaba bu bir rastlanti midir, yoksa tarihi hakikat midir? Efsanede gecenleri, bu yasli “bilge” saz kendi varligiyla teyit etmektedir.
Turklerdeki “kuy” kelimesine tekrar donersek, konar gocer halklarda ozellikle Turk-Mogol halklarinda ezgi manasindaki “kuy” kelimesi en kutsal ve onemli kelimelerden biridir. Belki bu yuzden Turk-Mogol halklarinda “kuy” ve “kok” yani “gok” kelimeleri “Tanri” kelimesiyle esanlamlidir. Baska bir deyisle, “kogu, ku:u, kok” gibi cesitli kullanimlari olan bu kelimeler Goktanri inanciyla yakindan ilgili oldugunu gosteren tarihi ve manevi bulgular mevcuttur.


Degerli hocamiz Prof. Dr. Karjavbay Sartkojaulina Mogolistan’da bulunan 1500 yillik sazi Mogol bilim adamlarina Turk sazi veya dombirasi oldugunu kanitlayip ilim alemine kazandirdigi icin ne kadar tesekkur etsek azdir. Sazi Mogol arkeologlar bulmakla birlikte, onun sayesinde haberdar olduk. Boylece sazin tarihini daha da gerilere goturecek somut bir bilgiye ulasmis bulunuyoruz. Degerli hocamiza saglikli uzun omurler diliyoruz.
Doc. Dr. Abdulvahap Kara"


İşte alıntılanan yazının tamamına ulaşabileceğiniz link:


4 Ağustos 2011 Perşembe

Bir Yardım Çığlığı





Çocuk dokturu Erdem Uzunoğlu, doktorluğu sadece muayenehanede yapmıyor… Birikimini http://www.bebekhastanesi.com/ 'da online olarak da paylaşıyor. Sitesinde paylaştığı yardım çığlığını ben de burada paylaşıyorum:


BİR YARDIM ÇIĞLIĞI

Adı Seval. 13 yaşında. Bayrampaşa, Arnavutköy'de yatılı bir ilköğretim okulunda okuyor(du). Müdür ve müdür muavininden arkadaşları önünde sık sık dayak yediği için gururunun ayaklar altında ezildiğini hissetti ve orayı bıraktı... Şimdi, eskiden gelmek istemediği için yatılı okumayı tercih ettiği, annesinin Çapa’daki 2. bodrumdaki tek odalı evinde ve okulların açılmasını bekliyor...
Annenin, elleri, yüzü kalça kemiği geçirdiği bir yangında 3. derecede yanmış; devlet yardımıyla defalarca opere olmuş ama iş yapamaz durumda. Merdiven siliyor; hurda topluyor… (geçen ay topladığı hurdaları kaptırmış, parasını da alamamış…) Anası, babası yok, kocası yok; 2 kız büyütüyor. Abla zehir gibi… Ufaklık da aynı yolda ama büyüme geriliği var her ikisinde de…
Annesi İsmigül Hanım, Seval ve kız kardeşiyle yollarımız geçen sene 1 ay kadar part time takıldığım, Fızndıkzade’deki bir klinikte birleşti... O zamandan beri ufak tefek yardım toplamaya çalıştım, eski eşyalar vs götürdüm ama evlerini bir gördüm ki ev tek göz bir oda ve bir alaturka tuvaletten ibaret. Eşya koymaya yer yok.
İsmigül Hanım geçen ay bana kızların babaları olmadığı için beni baba gibi gördüklerini söylediğinde yüreğim dağlandı…
Bugün (12/7/2011) Sevaller işyerime ziyarete gelmişti; aynı anda İstanbul Pediatri Merkezine gelen bir aile durumlarını gördü ve yardımda bulundu… (Adı bende saklıdır; Allah razı olsun) Ben de bu yardımsever beyin davranışından etkilenip aileleri ve arkadaşlarımı organize etmeye karar verdim.

Ne yapabiliriz?

Her şey…
En kolayı nakit yardımı.
Ama eğer çevreniz varsa Çapa, Kocamustafapaşa, Cerrahpaşa civarında daha iyi şartlarda bir evde kira ödemeksizin kalması sağlanabilir. Çok paranız varsa ev alabilirsiniz. Evi olan biri bulunabilir…
İş bulunabilir. Bir devlet okulunda annenin hademelik yapması sağlanabilir (Yüzünün durumundan dolayı “çocuklar korkar” diye müdürler almak istememiş, İsmigül Hanımın söylediğine göre)
Kimin aklına ne gelirse burada yazabilir, paylaşabilir…
Haydi bre…


İsmigül Kocagür;
Uzun Yusuf Mahallesi, Vanidergah Sokak Remzi Bey Ap C blok 2. Bodrum
Çapa- Şehremini
0535 819 66 78





...bana göre de yapabileceğimiz çok şey olabilir. Elbette daimi çözümler var, sağlıkla yaşayacakları evlerini onlara koşulsuz bedelsiz vermek,  anneye iş vermek; bunlar gerçekleşirse gerçekten müthüş olur. Ama ben bu kadarını yapamam ki, elimden bu kadarı gelmez ki demeyin, çocukların okul masrafları karşılanabilir ya da onlara burs verilebilir.

Haydi yardım elini uzatın!
Powered By Blogger
Sevgili Ziyaretçim,
Blogumda aradığını bulmanı ve ziyaretinin keyifle geçmesini dilerim. Sevgi ve sağlıkla...