23 Temmuz 2011 Cumartesi

Sağlıklı Yaşamın Kuralları



Sağlık için sadece diyet yapmak yeterli olmuyor. Ruhsal ve zihinsel sağlığımız da en az bedensel sağlığımız kadar önemli. 20.03.2006 tarihinde Haber Sağlık (http://www.habersaglik.com) sitesinde yayınlanan bu önemli yazıyı mutlaka okuyun.


Sağlık İçin Diyet Yapmak Yetmiyor! İşte Sağlıklı Yaşamın Kuralları

Beslenme deyince her ne kadar akla yemek yemek gelse de, sağlık için sadece diyet yapmak yeterli olmuyor. Ruhsal ve zihinsel sağlığımız da en az bedensel sağlığımız kadar önemli. Beden, ruh ve zihin için sağlıklı beslenmenin kuralları şunlar;
Birinci kural: Temiz hava
Haftalarca yiyeceksiz, günlerce susuz yaşayabiliriz ama havasız sadece birkaç dakika yaşamak mümkün. Vücudumuzun dayanıklılığı soluduğumuz havanın miktarına bağlı. Hücre düzeyinde oksijen eksikliği, damar sertliği, şeker, kanser, kas iltihabı, yüksek tansiyon gibi bozukluklara yol açar. Derin temiz hava soluyarak hücrelerdeki oksijen oranını artırabilir, böylece vücut fonksiyonlarını düzenleyebiliriz.
Temiz hava, enfeksiyonlara karşı hücresel direnci artırır. Öğrenmeye yardımcı olur. Bazı alerjik durumları azaltır. Sakinleşmek ve dinlenmek için beyin fonksiyonlarını düzenler. Kan basıncını düşürür.
İkinci kural: Güneş ışığı
Doğanın en çok şifa veren araçlarından bir tanesi olan güneş ışığı günümüz tedavi yöntemlerinde hem çok az anlaşılmış, hem de çok az kullanılmıştır.
Güneş ışığı, deri altındaki kolesterolü D vitaminine dönüştürür. Bakteri ve virüsleri yok eder. Akyuvarların sayısını artırır. Tansiyonu düşürür. Güneşlenme sayesinde kandaki kolesterol ve trigliserit (yağ) düzeyi düşer. Ultraviyole ışınlar derinin altında kızıla dönüşür ve tedavi edici etkisi yok olur. Bu yüzden güneş ışınlarının fazlası sağlığı tehdit edebilir.
Üçüncü kural: Ölçülü olmak Ölçülü ve kendi kendine hakim olmak her yönden sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürmektir. Bunun içine; çalışmak, dinlenmek, oyun oynamaktan aile ve dostlarla geçireceğiniz zamana, kendinize ayıracağınız vakte, ibadete, doğru düşünme ve beslenmeye kadar her şey girer.
Beslenmede ölçülü olmak için:Size zarar verecek hiçbir şeyi yemeyin ve sağlıklı besinlerle beslenin. Kahvaltınızı ve öğle yemeğinizi sıkı, akşam yemeğinizi de hafif yiyin. Yemek aralarında atıştırmayın. Farklı ama rafine edilmemiş besinler yiyin. Bir öğünde fazla çeşit yemeyin. Düzenli zamanlarda ve rahat ortamlarda yemek yiyin. Yediğinizden zevk alın.
Dördüncü kural: Dinlenmek
Dinlenmek insan için en iyi tedavi yöntemidir. Hasta olduğunuzda yapmanız gereken ilk şey yatmak olmalıdır. Dinlenmenin iyileştirici gücü, diğer tedavi yöntemlerin başarısına da yardımcı olur. Yeterince dinlenmemek ise insanı hasta eder. Dinlenmek için sadece uyumak gerekmez. Bazen ortam değişikliği bile vücudu ve zihni dinlendirir. Farklı kasları kullanmak, farklı şeyler düşünmek gevşemeye yardımcı olur. Birçok insanda görülen sinirsel bozukluklar kendini aşma çabası ve aşırı yorgunluktan meydana gelir. Dinlenmek için zaman ayırın. Dışarı çıkın, bir iskemleye oturun ve hiçbir şey yapmayın. Bu öneri size uygun gelmiyorsa, yeterince dinlenmek için davranışlarınızı değiştirmeniz gerekiyor demektir. İyi bir uyku için midenizin boş olması gerektiğini unutmayın. Uyurken odanıza temiz hava girdiğinden emin olun. Eğer uyurken temiz hava alamazsanız, yorgun ve gergin uyanırsınız. Unutmayın ki, gün boyunca kaslarını kullananlar, gece iyi bir uyku uyurlar.
Beşinci kural: Diyet
Beslenmenin hedefi rafine yiyeceklerden uzak durmaktır. Yeterince aminoasit, vitamin, mineral ve eser elementler alacağınız doğal besinleri seçin. Kahvaltı: Tahıl, iki meyve, tam tahıl ekmeği (rafine edilmemiş undan yapılan ekmek), ceviz veya fındık, tahıl ya da soya sütü, kahvaltıdan bir süre sonra bir-iki bardak su.
Öğle: Yüksek proteinli sebzeler, salata, tam ekmek, akşam üzeri bir ya da iki bardak su.
Akşam: Taze meyve, tahıl, kraker, tam ekmek, salata veya çorba.
En iyi sindirim için öğünler arasında 5-6 saat olmalı ve yemek saatleri düzenli olmalı. Hafif bir akşam yemeği iyi uyumanızı ve zinde uyanmanızı sağlar.
Altıncı kural: Su
Su beslenmenin en önemli parçasıdır. Vücudunuzun her fonksiyonu sıvıyla sağlanır ve vücudunuzdaki suyun yüzde 10'unu kaybetmek ciddi sorunlar doğurur. Yüzde 90'ı su olan kan, besinleri hücrelere taşır ve buradaki atıkları alır. Normal bir insan için günde 6-8 bardak su yeterlidir. Eğer idrarınız renksiz ve kokusuzsa yeterince su alıyorsunuz demektir.
Yemekle birlikte su içmeyin, çünkü bu su sindirim sıvılarına karışır ve etkilerini azaltır. En iyi sonucu almak için, yemekten en az yarım saat önce veya sonra su için. Uykudan önce bir ya da iki bardak su içilmeli. Birçok kez, sadece yeterince su içmek bile, kabızlık, baş ve sırt ağrısı gibi rahatsızlıkların giderilmesini sağlar.
Yedinci kural: Egzersiz
İnsan vücudu hareket için tasarlanmıştır. Egzersizin birçok yararı vardır: Nabzı ve tansiyonu düzenler. Kandaki kolesterol ve lipid (yağ) oranını düşürür. Solunum yollarını açarak vücuda daha fazla hava girmesini sağlar.
Eklemlerdeki esnekliği artırır. Beyindeki "iştah" merkezi daha etkili çalıştığı için iştahı kontrol eder.
Oksijen sirkülasyonunu ve alımını artırır, bu da sinirlerin ve dokuların beslenmesini sağlar. Kasları ve damarları güçlendirir. Haftada beş altı kez 20 dakika boyunca yapabileceğiniz bir egzersiz türü seçin.
Unutmayın; egzersiz yapacak zaman bulamayanlar, hastalık için zaman ayırmak zorunda kalırlar.
Sekizinci kural: Doğadaki güce inanın
Yaşam tarzımızda değişiklikler yaparken bazen cesaretimiz kırılır. Ancak bunu tek başına yapmak zorunda olmadığımızı bilmek cesaret vericidir. Doğadaki güce inanın. Cesaretiniz kırıldığında doğayı izlemek yeterli olacaktır.
Ahmet Aydın’ın Notu: Beslenme bülteni olarak tahıl, ekmek, kraker ve soya konusundaki tavsiyeler dışındaki bütün önerilerin son derece doğru olduğunu düşünüyoruz.

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Kansere Sebep Olan Beslenme Alışkanlıklarımız

5 MART 2011'de Kansere Umut Vakfı'nın İstanbul Sultangazi'de
"KANSERE SEBEP OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ"
konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL bir konuşma yapmış; aşağıda o konuşmayı okuyacaksınız. Her söylediği çok önemli ve yaptığı konuşmanın yazıya döküldüğü ve bu sayede bizlerin de okuma şansına varmasından son derece mutluyum.

Kansere Neden Olan Beslenme Alışkanlıklarımız (Prof. Dr. Kenan Demirkol)Yazdıre-Posta
kenan_demirkolİstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.
“YAĞ” ve “ŞEKER”
Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…
Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi.
Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin
veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece
hasta olmaya mahkumuz.
zeytinyagitereyagiElimizde iki tane yağ var şu anda. Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir. Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun. Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.
Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır,
ama biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.

Vücudumuzun da antipasları vardır.
Bunlara biz antioksidan diyoruz.
Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.
İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.
toz_sekerİkinci büyük hata şeker. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.
Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.
Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?
Evet. Beyin glikozla çalışıyor.
Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor.
Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?
Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;
insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da
vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok.
Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman
tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.
Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.
O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli. sismanHalbuki
mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,
aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre
% 46 daha şişmanlatıcı.
Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.
Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.
karaciger_yaglanmasiÜçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir...
Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun.
Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek
dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.
Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.
misir-surubuBugün gıda sanayisinde
sadece ve sadece
aksi belirtilmediği takdirde
mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor,
hazır aldığınız baklavanın şerbeti
bile mısır şurubundan.
Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani;
insanın
zarar görmeden günde tüketebileceği
şeker miktarı 30 gram dolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.
Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazımkanser yok.
karın tipi şişmanlık
eşittir şeker hastalığı,
eşittir kalp hastalığı,
eşittir kanser.
O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.
- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……
Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……
Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman
karaciğer yağlanması açısından,
o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.
Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.
- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?
- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.
Kolesterol masum bir maddedir.
Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür
ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?
Şeker.
kolestrolYedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;
ayçiçeği yağı,
mısır özü yağı
veya margarinden
elde edilen trans yağ asitleri
kolesterolü oksitler ve böylece
damar sertliği oluşur.
Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.
yılda sadece kolesterol ilacı satımından
50 milyar dolar elde ediyorlar.
ilacO yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.
- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?
- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.
- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……
sise_su- Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.
O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş
yani pet şişenin içindeki stalatlar
suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için
antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır
o da suyun içine karışıyor
dolayısıyla siz hem stalat,
hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.
Peki, ne yapar bunlar size? Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.
Yani musluk suyu için Allah aşkına.
- Arıtıcılar hocam?
- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.
Musluk suyu
İstanbul’da kullandığınız
plastik şişedeki su hangisi olursa olsun
100 kat iyidir.
musluk_suyuİSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken? Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.
- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.
plastik_kodŞimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı. Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar. Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor.
- Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım?
- Evet polipropilen
- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.
Bu günlük de bu kadar…..
Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL



Kaynak: http://www.dogader.org/

15 Temmuz 2011 Cuma

Yeni İntihar Yöntemi: Gazlı İçecekler



Gıda sanayi son yıllarda çok karlı bir alanı keşfetti. Çocuklar. Gofreti, kolası, boyalı meyve suları, şekerli ekşimeyen yoğurtları ve büyüten ya da zihni açan! paketlenmiş yiyecekleri ile bütün çocuklarımızı hızla şeker bağımlısı yapıyorlar. Mesela kola firmaları yıllık tüketimini yılda en az %25 artırmaya çalışıyorlar. Fakat yetişkin pazarı doyduğu için hedef çocuklara yöneliyor. Gazlı içecek endüstrisi reklâm için milyar dolarlar harcıyor. Bu pazarlama faaliyetlerinin çoğu oyuncaklar, çizgi filmler, filmler, yarışmalar, oyunlar ve televizyon, radyo, dergi, internet üzerindeki kulüplerle çocukları hedef alıyor. Televizyonlarda 3-4 reklamdan biri çocuklara yönelik. Ama bu çabaların karşılığını da alıyor, karlarına kar katıyorlar. Sayelerinde çocukların nerdeyse hiç biri doğru dürüst taze sebze ve meyve yemiyorlar. Bu nedenle vitamin ve mineral yetersizlikleri çok yaygın. Bu zehirli içecekler her markette, bakkalda, büfede, okullardaki, istasyonlardaki makinelerde serbestçe satılıyor. Hem de Tarım ve Hayvancılık bakanlığının izni ile. Halbuki gazlı içecekler diğer uyuşturucular gibi bağımlılık yapıyor ve haz duygusuyla birlikte vücuda zarar veriyor.
Bültenimizin bu sayında Judith Valentine’ın gazlı içeceklerin zararları ile ilgili yazısını okuyacaksınız.

Yeni intihar yöntemi: Gazlı içecekler

Bağımlı kendini kötü hissetmektedir. Vücudu desteğe ihtiyaç duymaktadır. Elini cebine atıp bozuk para çıkarır. Makinenin içine parayı atmasının ardından ihtiyacı olan kutu aşağı yuvarlanır. Hemen kutuyu açıp içer. Enerjisinin geri döndüğünü hisseder. Bu düzelme, birkaç saat devam ederek onu sabah boyunca uyanık tutacaktır. Bu bağımlı sadece 12 yaşında ve uyuşturucusu da, okulundaki makineden satın aldığı gazlı içecek. Bu bağımlı ve onun gibi binlercesi, okullarının düzenlediği sigara, uyuşturucu ve alkolün tehlikelerini anlatan seminerlere katılacaklar. Ama kimse onlara Amerika'nın diğer içki bağımlılığından söz etmeyecek.
NSDA (Amerikan Ulusal Gazlı İçecek Birliği)'nın açıkladığına göre, ABD'de gazlı içecek tüketimi yılda kişi başına 600 kutu (ABD'de bir kutu bizdekinden çok daha büyük; 360 mL). 1978 yılından beri gazlı içecek tüketimi kızlarda iki, erkeklerde üç katına çıktı. 12-29 yaş arası erkekler en büyük müşteri kitlesi. Büyümekte olan bir delikanlının günlük kalori ihtiyacının yüzde 10'u bu içeceklerden karşılanıyor.

Pazarlamada gençler hedefleniyor

Tüketimin artması tesadüf eseri olmadı. Örneğin Coca-Cola ABD'de ürünlerinin yıllık tüketimini yılda en az %25 artırma hedefi koydu. Yetişkin pazarı durağan olduğu için hedef çocuklara yöneldi. Ocak 1999'da Beverage dergisinde yayınlanan bir makaleye göre " gazlı içecek pazarlamacıları için ilkokul çağındaki çocukları etkilemek çok önemli". 1960'lardan beri endüstri 200 mL'lik şişeden 600 mL'lik şişeye geçti. Sinemalardaki en popüler boy ise yaklaşık 2 litrelik ambajlar.
Gazlı içecek endüstrisi reklâm için milyar dolarlar harcıyor. Bu pazarlama faaliyetlerinin çoğu oyuncaklar, çizgi filmler, filmler, yarışmalar, oyunlar ve televizyon, radyo, dergi, internet üzerindeki kulüplerle çocukları hedef alıyor. Bu çabaların karşılığını da alıyorlar.
1998 yılında CSPI (Amerikan Halkın Faydası için Bilim Merkezi) gazlı içecek endüstrisinin okullara ve çocuk kulüplerine sızdığını açıkladı. Örneğin Coca-Cola, ABD'nin "Kızlar&Erkekler" kulübüne 2000'den fazla alanında markasını pazarlaması için 60 milyon dolar ödedi. 1993 yılında Colorado Springs'deki District 11 ilkokulu okul koridorlarına ve okul servis araçlarının yanlarına Burger King reklamları alacak ilk okul oldu. Daha sonra aynı okul Coca-Cola ile 10 yıllık bir sözleşme imzalayarak sözleşme süresi boyunca 11 milyon dolar kazandı. Bu anlaşma daha sonra Colarado çapında taklit edildi. Bu sözleşmelere göre okullar senelik belli bir satış kotasını tutturmak zorundalar. Bu da, okul yöneticilerinin çocukları daha fazla gazlı içecek tüketmeye teşvik etmesiyle oluyor.
Çocuklar bu kadar geniş bir pazarlama ağının içindeyken, gazlı içeceklerin zararları da daha fazla ortaya çıkarılıyor. Bizim gibi uzmanlara göre, günde sadece bir iki kutu içmek dahi birçok soruna sebep oluyor. Gazlı içeceklerle en fazla ilişkilendirilen sağlık sorunları obezite, diyabet ve diğer kan şekeri sorunları, diş çürümesi, kemik erimesi ve kemik kırılmaları, beslenme eksikliği, kalp hastalığı, gıda bağımlılığı ve beslenme bozuklukları, kimyasal tatlandırıcılar nedeniyle nörotransmiter fonksiyon bozukluğu, aşırı kafein nedeniyle nörolojik ve adrenal bozukluklar.

İlk uyarılar

Gazlı içecekler hakkındaki ilk uyarılar 1942 yılında AMA (Amerikan Tıp Birliğinin Yiyecek ve Beslenme Komisyonu) tarafından şu açıklamayla yapıldı: " Sağlık açısından bakıldığında besleyici değeri düşük şekerleme formunda veya şekerli gazlı içecek formunda şeker tüketimini kısıtlamak arzu edilen bir davranıştır. Komisyon, hangi formda olursa olsun şeker tüketimini kısıtlamanın halkın sağlığı açısından daha iyi olduğuna inanmaktadır".
Bu ilk açıklamadan sonraki uyarı 56 sene sonra, 1998'de CSPI'nın "Sıvı Şekerleme" başlıklı bir açıklamasında gıda endüstrisini özellikle çocuklara ve adolesanlara yönelik vahşi pazarlama kampanyaları yapmakla suçladığında geldi. Basın açıklamasında CSPI bir önceki sene kişi başına tüketimi gösteren 868 kutu içeceği yan yana getirmişti. Daha da çarpıcı olanı, CSPI'nın üzerinde Pepsi, Seven-up ve Dr. Pepper logoları bulunan biberonları sergilemesiydi. Yapılan bir araştırmaya göre bebeklerini mama zamanı bu biberonlarla besleyen ebeveynler çocukları büyüdüğünde dört kat daha fazla gazlı içecek içiriyorlardı.

Gazlı içeceklerin içindekiler cadı kazanı gibi

Şu anda şeker yerine kullanılan yüksek früktoz içeren mısır şurubu büyümekte olan hayvanlarda bakır eksikliğine sebep olduğundan sağlıksız kolajen gelişimi ile ilişkili. Früktozun tamamı karaciğer tarafından yakılır. Yüksek früktozlu diyetlerle beslenen hayvanlar alkoliklerinkine benzer karaciğer sorunları yaşarlar.
Diyet içeceklerde kullanılan aspartam potansiyel bir nörotoksindir ve endokrin salgılarını bozar.
Kafein adrenal salgıları uyarır. Yüksek miktarlarda alındığında özellikle çocuklarda adrenal tükenmeye neden olur.
Gazlı içeceklere eklenen fosforik asit, kalsiyum kaybı ile ilişkilidir.
Sitrik asit, bir nörotoksin olan MSG içerebilir.
Yapay aromalar MSG içerebilir.
Su yüksek oranda florür içerebilir.

Gastrointestinal rahatsızlık

Mesleğimde yıllar içinde en fazla karşılaştığım sorunlardan biri, özellikle gençlerde görülen gastrointestinal rahatsızlık. Mide asit seviyesinde yükselme nedeniyle gastrik yanmalar oluşuyor ve mide çeperinde erozyon oluyor. En çok duyduğu şikayet kronik "mide ağrısı". Hemen hemen tüm durumlarda, hasta gazlı içecekleri ve kafeini bıraktığında bu şikayetler yok oluyor.
Bu şikayetlere neden olan ne? Birçok gazlı içeceğin içinde kafein olduğunu ve kafeinin mide asit seviyesini yükselttiğini biliyoruz. Bilmediğimiz şey, gazlı içeceklerde katkı maddesi olarak asetik, fumarik, glukonik ve fosforik asit gibi, her biri sentetik olarak elde edilmiş birçok kimyasal asidin kullanıldığı. Bu nedenle, bazı arabaların motorlarını temizlerken bazı gazlı içecekler çok işe yarar. İnsan tüketimi içinse, etkileri daha az tatmin edici ve şüphe uyandırıcı.
Özellikle boş mideye gazlı içecek içmek midenin ve diğer gastrik organların asit-alkali dengesini bozar, bu da devamlı asit bir ortam oluşmasına neden olur. Uzun süreli asit ortam ise midede yanma ve ağrı olmasına sebep verir. Uzun vadede, gastrik bölgede erozyonlar oluşabilir.
Gazlı içeceklerin sebep olduğu bir diğer problem ise, çay, kahve ve alkol gibi su atıcı diüretik etkiye sahip olması. Bu içeceklerin hepsi sindirim sistemini olumsuz etkileyebilir. Günlük sıvı ihtiyacımızı karşılamak için bitki çayları, besleyici çorbalar ve etsuları, ayran gibi mayalı içecekler ve saf su içmek çok daha sağlıklı. Bu içecekler sindirim sistemine zarar değil, fayda verirler.

Sporcu içecekleri

Spor yapan öğrencilere hareket ederken kaybettikleri elektrolitleri geri kazandırmak amacıyla "ergojenik destek" adıyla içecekler veriliyor. Bu içecekler üç nedenle sakıncalı. Bir, diüretik etkileri olduğu için kaybolan suyu kazandırıcı değil, suyu dışarı atıcı etki yaparlar. İki, çoğu insan hareket sırasında az elektrolit kaybeder. Bu elektrolitler de su içmekle, ayran içmekle ve deniz tuzu/kaya tuzu içeren bir diyetle beslenme yoluyla doğal yoldan vücuda alınabilir. Üç, susamış çocuklara şeker içeren bu içecekleri verdiğinizde şekerin sindirimi için kan mideye hücum eder. Kanın yerinin değişmesi vücudun diğer organlarında kan hacmini düşürür. Bu da kramplara veya ısı nedeniyle ortaya çıkan rahatsızlıklara neden olur.

Enerji içecekleri

Gazlı içecekler endüstrisi son keşfi olarak normalden çok daha yüksek oranda kafein ve diğer uyarıcılar içeren enerji içeceklerini üretti. Aralık 2000'de The Lancet'ta yayınlanan bir makaleye göre, 18 yaşında bir gencin basketbol oynarken ölmesi üzerine İrlanda hükümeti enerji içecekleri hakkında "acil araştırma" yaptırılması kararını aldı. Ölen genç "Red Bull" isimli içecekten üç kutu içmişti.
Makaleye göre, hafif sarhoş olmuş gençlerin bu içecekleri içmesiyle gece yarısı şiddet olaylarında da artış yaşandığı gözlemlenmiş. Şiddet olaylarının çapı nedeniyle, İrlanda'da bazı işletmeler enerji içeceği satmayı reddetmiş. Tüm AB ülkeleri bu konuyu ciddiye alarak bilim komitelerinden enerji içecekleri hakkında araştırma yapmalarını istediler. ABD'de henüz bu konuda araştırma yapma niyeti yok.

Kemik kırılması

Son 30 yılda gazlı içecek tüketimini artan osteoporoz ve kemik kırılmaları ile ilişkilendiren araştırmalar yayınlanmaya başladı. Yeni bulgulara göre kalsiyum ve diğer minerallerin eksikliği ve bunlar nedeniyle kemik kırılmaları artış gösterdi. 1994 yılında Adolesan Sağlığı dergisinde yayınlanan bir araştırma 76 kız, 51 erkek çocuk üzerinde "kızlarda kola tüketimi ve kemik kırılmaları arasında kuvvetli bir bağ" bulunduğunu bildirmişti. Yüksek kalsiyum alımı bir oranda koruma sağlıyordu. Erkek çocuklarda, sadece düşük kalorili bir diyet kemik kırılmaları ile ilişkiliydi. Araştırma aşağıdaki sonuç ile aktarılmıştı " Gazlı içeceklerin yüksek oranda tüketimi ve sütün daha az içilmesi, genç kız ve kadınlarda, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde osteoporoza daha açık olmalarına neden olarak toplum sağlığını tehdit etmektedir."
Haziran 2000'de "Pediatri ve Adölesan Tıbbı" dergisinde yayınlanan başka bir çalışma ise okul çağındaki 460 kız çocuğu üzerinde yapıldı. Bu çalışmaya göre de "gazlı içecekler kemik kırılmaları ile yakından ilişkili" idi.

Fosforik asit ve diş çürümesi

Gazlı içecekler artık her okulda satılmaya başladığından beri diş hekimlerinin fark ettiği bir sorun var. Aslında sadece yaşlılarda görülebilecek diş minesi kaybıyla, çocukların dişleri sararmaya başladı. Bunun sorumlusu ise, diş çürümesinin yanı sıra sindirim sorunları ve kemik kaybına da yol açabilen fosforik asit. Diş hekimleri, düzenli olarak gazlı içecek içen genç kız ve erkeklerde ön dişlerin diş minesinin tamamen kaybolduğunu belirtiyor.
Normalde tükürük salgımız 7.4 pH derecesi ile hafif alkalidir. Gençlerde olduğu gibi, bütün gün gazlı içecek içildiğinde, fosforik asit tükürük pH'ını asidik seviyelere düşürür. Asidik tükürük salgısını tamponlamak ve pH dengesini tekrar 7'ye getirmek için vücut dişlerden kalsiyum iyonlarını çeker. Bunun sonucunda diş minesi hızla yok olur.

Meyve suları

Tüketiciler genellikle, gazlı içeceklerden daha sağlıklı olduğu düşüncesiyle meyve sularını tercih ediyorlar. Aslında, meyve suyu üretimi son derece endüstriyel bir işlem. Örneğin portakal suyu, devasa miktarlarda üretiliyor. Portakallar bütün olarak sıkılıp tankın içine gider, bu da demektir ki, portakal kabuğundaki kimyasal böcek ilacı kalıntılarını da içiyoruz. Meyve suları yüksek sıcaklıklarda pastörize edilmelerine rağmen ısıya ve basınca dayanıklı mantarlar meyve suyunda yaşayabilir. Soya proteini ve pektinden yapılan bir bileşim portakal suyuna opak bir görünüm vermek ve tortunun dibe çökmesini engellemek için kullanılır.
Üzüm gibi diğer meyvelerin suları, meyve üretiminde kullanılan flor içerikli böcek ilaçları nedeniyle daha büyük risk taşır. Meyve sularının şeker içeriği yüksektir ve dişlere en az gazlı içecekler kadar zararı vardır!
Eğer meyve suyu içmek istiyorsanız, kendi meyve suyunuzu, kimyasal böcek-tarım ilacı kullanılmamış, organik olarak üretilmiş meyvelerden, kendiniz sıkın. Elde ettiğiniz meyve suyunu su veya maden suyu ile hafif inceltebilirsiniz. Bur lokantaya gittiğinizde ise maden suyunu içine bir dilim limonla isteyip içebilirsiniz.
Bunlara ilaveten, ayran gibi mayalı içecekleri bol bol tüketebilirsiniz. Bu tür içecekler bağırsak yapısına yardımcıdır. Bağırsak ve peklik sorunlarına iyi gelir, emzirme döneminde sütü çoğaltır, hastaları güçlendirir ve tüm vücuda kuvvet verir.

Judith Valentine
Kaynak: http://www.westonaprice.org

Türkçesi: iyibilgi.com

1 Temmuz 2011 Cuma

Sevgi Mağazası




Her mevsim başında o mevsimin kıyafetleri dolaplardaki yerlerini alır, önceki mevsimin kıyafeleri kaldırılır, ara mevsimlerde, geçiş zamanlarında dolap karışır, ince mi giysek kalın mı giysek düşünceleri dolaba yansır. Değişim anlarında her seferinde giymediğimiz ama dolabı bekleyen kıyafetler çıkar nedense; kiminin bedeni gelmez olur ama yine de kıyamaz, bir dahaki seneye içine sığma hayalleriyle kaldırırız yerlerine. Bazen de çok sevdiğimiz için eskise de dolabı bekler o kıyafet. 

Oysa en güzeli ver eskiyi, yeniye sıra gelsin. Hem o kıyafetleri bizim gibi çeşit olsun diye giymekten başka, ihtiyacı olup alamayan giyemeyen ne çok insan var! Onları da düşünmek lazım şu hayatta.

Ya da mutfak gereçleri...Bazen hediye gelir, bazen heveslenip alırız ama bazılarını hiç kullanmayız.

Çocuklu evlerde o oyuncaklar...Çocuk büyüdükçe çıkarmalı onları elden, onlarla oynamak isteyecek ama onlara ulaşamayan ne çok çocuk var!

Sevgili kuzenim eşyaya bağlanma der. Evet, öyle gerçekten de. Babalarımızın eski işyerlerinden kalma ofis mobilyaları, özellikle erkeklerin bekarlıktan kalma eşyaları, kimi evlerde ordan oraya sürüklenir durur. Oysa bırakalım başka sahiplerini bulsun eşyalar kendilerine; anılar sabit insanın içinde biryerlerde, eşyalar araç sadece.

Hem paylaşmak güzeldir. İhtiyacı olana bir el uzatmak ve görmesek de o elimizin uzandığı yerdeki ışıltıyı hissetmek paha biçilmez bir mutluluktur bu hayatta!




İşte bunları düşünerek, evimizde biriken ve artık paylaşmanın, elden çıkarmanın zamanı gelen kıyafet ve eşyalara artık yeni sahipler bulmak niyetindeyken, sevgili kayınvalidemin önerisi üzerine Acıbadem'de başka şubesi olmayan, tamamen gönüllülerin çabalarıyla hayat bulan Sevgi Mağazası'na ulaştım. Elimde açık adresi olmadığından, nasıl ulaşırım diye internetten araştırdım. Bu araştırma sırasında ulaştığım buradaki yazıda, Sevgi Mağazası'nın kurucusu Sinan Gülerci'nin ilk yardım hareketinden çok ama çok etkilendim.
Sinan Gülerci, üç tane çocuğu için tek başına yaşam mücadelesi verip temizlik yaparak onların günlük ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan, kömür alacak bile parası olmayan bir annenin varlığından haberdar olmuş ve kadıncağızın kışın ortasında paltosuz evine gittiğini duyunca, o akşam evine giderken paltosunu giyememiş. Ertesi gün, mail yoluyla bütün tanıdıklarına ulaşmaya çalışarak birkaç palto, birçok bebek eşyası ve biraz da yardım toplamış ve  o kadıncağıza ulaştırmış.Kadının sevinç gözyaşları, mağazanın temellerini atmasına vesile olmuş.

Okuduğum haberde Sevgi Mağazası'nın adres ve telefon bilgileri vardı ama oradan taşındıkları için telefonları da değişmiş. Eh, kurucusunun adı var elimde, hayatımızda da Facebook var, herhalde oradan mağazanın bir grubu falan varsa ulaşırım diye düşündüm. Ama kapı duvar, o isimle bir kayıt bulamadım. Sevgi Mağazası olarak aradığım zamansa tam yerine ulaştım ve oradan, kurucusu o çok saygı duyduğum Sinan Gülerci'nin genç yaşta vefat ettiğini öğrendim; içim bir garip oldu...Ah sonra istemeden düşündüm, Allah'ın işine karışılmaz ama, belki de bu dünyaya öyle çok iyiliği dokundu ki, görevini tamamladı ve Hak'kın rahmetine kavuştu diye düşündüm.

Yardımların ulaşacağı adres ve telefon numarasına ulaştıktan sonraki günler, dolapları bekleyen onlarca kıyafeti yeniden yıkayıp ütüleyerek bir güzel hazırladım ve nihayetinde bugün, Sevgi Mağazası'na ulaştırdım. Sadece gönüllülerin çabalarıyla, gönüllü ev hanımlarının nöbetleşe görev aldıkları bu paylaşım noktasından, Türkiye'nin dört bir yanına yardımların ulaştığını öğrendim. Mağaza kirasına kadar herşey sadece gönüllüler ve hayırseverlerin yardımlarıyla karşılanıyor ve o nedenle yardımların ulaşması için kargo masrafı gibi yüklerini de karşılamakta güçlük çekiyorlar; o nedenle maddi bağışlara da ihtiyaçları var. Çamaşır yıkama gibi bir imkanları da olmadığı için, getirilen eşyaların mümkün olduğunca temiz, yıkanmış, ütülenmiş olması gerekiyor.

Mağazadan içeri girdiğinizde, kısıtlı alanda ortada hazırlanan kargo kutularından başka, hemen hemen gerçek bir mağaza düzenini görüyorsunuz. Kıyafetler, ayakkabılar, çantalar, mutfak eşyaları sıralanmışlar.  En hoşuma giden yanı da, ihtiyacı olan çocukların özel günlerde, herhangi bir mağazadan alışveriş yapar gibi anne babalarına buradan hediye seçip, para yerine sevgilerini vermeleri:) 




Sevgi Mağazası'ndan yararlanmak için kişilerin muhtarlıktan Fakirlik Belgesi'yle belgelemeleri isteniyor. Çocuklu ailelere yardım yapılırken de okula gönderilemeyen çocukların okula gidebilmeleri sağlanıyor ve takibi yapılıyor. Bu da çok önemli.

Sevgi Mağazası çeşitli kurumlar tarafından birçok defa ödüle layık görülmüş. Ödüllerin arasında UNESCO'nun Eğitime ve Bilime Destek ödülü de var.

Sevgi Mağazası'nın iletişim bilgileri aşağıda mevcut. Umarım çok yere ulaşır ve bol yardım ve destek dönüşü yapılır. Sevgilyle...


Adres:
Acıbadem Mh. Sarayardı Cd. Ata Sk. Orkide Apt. No:9 Kadıköy İstanbul TÜRKİYE
Telefon:
0 216 545 84 59
Faks:
0 216 545 84 59
E-Posta:
info@sevgimagazasi.org
Web:
http://www.sevgimagazasi.org/
Facebook
www.facebook.com/sevgi.magazasi
Twitter
twitter.com/sevgimagazasi


 
Powered By Blogger
Sevgili Ziyaretçim,
Blogumda aradığını bulmanı ve ziyaretinin keyifle geçmesini dilerim. Sevgi ve sağlıkla...